Anadolu, kestanenin anayurdudur. Kestane ilk kez ortaya Lidya uygarlığında çıkmış, antik çağlarda uzun süre Lidya elması adıyla anılmıştı. Bu nedenle geçmişte en kaliteli kestaneler Lidya uygarlığının merkezi olan bugün Manisa ilinin Salihli ilçesinde kalan bölgede yetiştiriliyordu. O halde Salihli’de yükselen Bozdağ’daki ormanlar kestaneye de kucak açıyordu. Kestane, ilk adıyla Lidya elması geçmişte çok değerliydi. Çünkü sahip olduğu yüksek nişasta oranıyla buğday gibi doyurucu bir tohumdu. Bu nedenle özellikle Batı Anadolu’da koloniler kuran eski Yunanlıların en önemli yiyeceklerindendi. Yunanlılar kestaneyi Anadolu’dan alıp bugünkü Yunanistan’da yetiştirmeye çalıştı ancak kestane nazik bir ağaçtı. Her türlü toprağı sevmezdi. Yunanistan’sa kireçli topraklarla kaplıydı. Sayısız deneme başarısızlıkla sonuçlandı. Ama kestane yetiştirme çabaları bitmedi. En sonunda Teselya Yarımadası’nda Kastania bölgesinde kestane yetiştirmeyi başardılar. Böylece kestane Avrupa yolculuğuna başlamış oldu. Yunanlılardan sonra Romalılar kestaneyi Kastania bölgesinden aldıkları için, o zamana kadar Lidya elması diye bilinen ürüne “kastania” dediler ve Avrupa’nın derinliklerine taşıdılar. İşte o günden sonra Lidya elması kastania, Türkçe söylenişiyle kestane adını aldı.
Geçmişin su önemli yiyeceği bugün kış gecelerinin vazgeçilmezi ama günümüz insanları kestanenin özelliklerini pek bilmiyor. Botanik bilimi açısından kestane kayıngiller ailesinin bir üyesi olup kayın ağacı ve meşe ağacının yakın akrabası. Bu nedenle sadece besin açısından değil kereste açısından da dünyanın en önemli ağaçlarından biri. Ticari olarak en kaliteli keresteler meşe, kayın ve kestanedir. Ancak kestanenin meşe ve kayına göre bir avantajı daha var. O da suya dayanıklı olması. Örneğin Karadeniz bölgesindeki yaylalara çıktığınızda karşılaşacağınız güzel, eski yayla evleri kestane ağacından yapılmıştır. Bu nedenle de Anadolu’da artık yaşlı kestane ağacı bulmak pek mümkün değil.
Kestane, fındık, fıstık, ceviz gibi tohumlar içerisinde en besleyici olanlardan biri. Binlerce yıl öncesinde Akdeniz’in tahıl yetişmeyen bölgelerinde en önemli besin maddesi olarak kullanıldı. Örneğin antik çağ hekimlerinden Galen ve yine antik çağda Tarsus’da yaşamış tarihin en eski eczacısı Dioscorides kestanenin çok iyi bir besin olduğunu, ayrıca köpek ısırığına ve dizanteriye karşıda etkili olduğunu söylemişler.
Ortaçağdaysa İtalya’da özellikle buğday yetişmeyen yüksek kesimlerinde kestanenin en faydalı besin olduğu, örneğin Toskana bölgesinin en büyük varlığının kestane olduğu yazılmış. Ayrıca 20. yüzyılın başlarında buğday ununun bulunmadığı yerlerde en güzel ve doyurucu ekmeklerin kestane unundan yapıldığı söylenmiş ve Korsika’da kestane unundan yapılan ekmeğe ağaç ekmeği adı verilmişti. Bugün de kestane unundan yapılan ekmek, kurabiye ve bisküvi çeşitlerinin glütensiz ürünler arasında başı çektiğini görüyoruz.
Kestane, nişasta açısından çok zengin olmanın yanı sıra mineral bakımından da diğer meyvelere ve tohumlara göre daha zengin. Kestanenin belki de en bilinmeyen özelliklerinden birisi de C vitamini içeriğidir. Fındıksı meyveler içerisinde önemli miktarda C vitamini içeren tek meyvedir. Örneğin 100 gram limonda yaklaşık 53 miligram C vitamini varken aynı miktar kestanede 40 miligram C vitamini bulunur. Bu nedenle özellikle kış aylarında kestane tüketmek nezle grip gibi hastalıklardan korunmak için yararlıdır.
Kalori değerine gelince; 100 gram taze kestane yaklaşık 199 kaloriye sahipken, kurutulmuş kestanede 371’e çıkar. Örneğin 100 gram patates 86 kalori, 100 gram tam buğday ekmeğindeyse yaklaşık 240 kalori vardır. Bu değerlerden de anlaşılacağı gibi kestane hem buğday hem de patatese göre çok kalorili bir besindir. Ancak kestaneden de zengin olan besinler de vardır. Örneğin 100 gram kuru ceviz yaklaşık 660 kaloriye yani kestaneden yaklaşık iki kat daha fazla kaloriye sahiptir. Bunun nedeniyse cevizin içerisinde bol miktarda yağ bulunmasından.
Kestanenin vatanı Anadolu. İlk adı Lidya elmasıydı. Yunanlılar kestaneyi Teselya Yarımadası’nda Kastania bölgesinde yetiştirmeyi başardılar ve bölge kestaneye yeni adını verdi.
Kestane ağacı geç büyüyen ve verime geç yatan bir ağaçtır. Günümüzde ticari olarak yetiştirilen kestane ağaçları 15 yıldan sonra meyve vermeye başlar. Yabani ağaçlardaysa bu süre 40 yıla kadar çıkabilir. Ticari bir kestane ağacının bol verimli bir hale gelmesiyse yaklaşık 50 yıl alır. Bu nedenle kestane ağacı yetiştiriciliği uzun soluklu bir iştir. Bir Fransız atasözü şöyle der: “Zeytin atanın, kestane babanın, dut senindir.”
Kestane denilince akla bir de denizkestanesi gelir. Biri karada diğeri denizde ikisinin nasıl ilişkisi olabilir diye düşünenler olabilir. Denizkestanesi derisi dikenli canlılar grubunda bir hayvan türüdür. Bu canlıya denizkestanesi denmesinin sebebi de dışında bulunan dikenlerin kestane meyvesinin etrafını saran dikenlere benzerliğidir. Bu dikenler kestanenin savunma mekanizmasıdır. Besleyici özellikleri nedeniyle birçok hayvan türünün en sevdiği yiyecek olarak kestanenin neslini devam ettirmesi bu dikenlere bağlı.
Kestanenin bir diğer özelliği de kendi kendini besleyen bir ağaç olmasıdır. Birçok ağacı iyi gelişmesi için gübrelemek gerekir. Ancak kestane kendi kendini gübreleyen bir ağaç türüdür. Kestane yaprakları mineral bakımından çok zengindir. Bu nedenle yere düşüp parçalandıklarında çok kaliteli bir humus tabakası yaratır. Halk arasında buna kestane toprağı denilir. Bu nedenle bahçıvanların ya da çiçek yetiştiricilerinin en sevdiği toprak kestane toprağıdır.