6 Şubat sabahı haberi alır almaz asli haber kaynağım olan Twitter’dan olan biteni izleyip direkt sahadan bire bir yaşanmışlıkların haberlerini almak için uğraştım. Diğer yandan, yardım için gönüllü olarak ivedilikle bölgeye intikal etmiş bazı arkadaşlarımla yazışıp durumun vahametini daha detaylı bir şekilde anlamaya çalıştım. Arama, kurtarma konusunda tecrübem hiç olmadığı ve yardım amaçlı erzak lojistiği konusunda da çok sayıda insan hemen organize oldukları için, nakdi yardım dışında nasıl faydalı olabilirim arayışı içine girdim. 1999 depreminde iki yabancı uzman grubuna rehberlik yapıp bölgeyi detaylı bir şekilde dolaşabilmiş ve bolca teknik fotoğraf üretebilmiştim. Mimarlık ve kent fotoğrafçılığı konusunda engin bir tecrübem olduğundan gene benzer bir çalışma yapmak istedim.
Bağlantıda olduğum bazı haritacılar, yazılımcılar, inşaat mühendisleri, STK’lar, hukukçular, mimarlar, şehir plancıları, siyasetçiler gibi farklı profillerin sahada çekilmiş fotoğraflara ihtiyaçlarını olduğunu biliyordum. Belki kullanılmayacak ve mükerrer çekilenler de dahil olmak üzere bölgede 2.700 kadar fotoğraf çektim ve bunları kullanılabilir şekilde editledim. Genel/detay inşai ve mimari içerikli bu fotoğrafları açık kaynak bir imge veri tabanı olarak bir Google Drive linkine koyarak iletişime geçenlerle, bir kısmını da kategorik olarak sosyal medya üzerinden paylaştım. Burada önemli bir not; fotoğrafların hepsinin coğrafi konum bilgisi içermeleri. En profesyonel makinelerde bile, maalesef, en sıradan akıllı telefonda rastladığımız GPS modülü olmuyor. Bu yüzden çektiğiniz fotoğrafların konum bilgisi oluşmuyor. Halbuki envanter amaçlı fotolarda konum bilgisi olması çok değerli, yoksa fotoğraf pek bir işe yaramıyor. Neyse ki 4-5 sene önce fotoğraflara konum atayabilmenin bir yolunu buldum ve son zamanlarda çektiğim tüm profesyonel fotoğraflarda konum bilgisi dahil oluyor. Çekim sırasında bir akıllı telefon yazılımı sayesinde rota kaydı yapıyorum, daha sonra bu yazılımdan elde ettiğim GPX formatlı rota izini bilgisayardaki başka bir yazılım aracılığıyla fotoğraflarla eşleştiriyorum ve bu sayede hayli kesin sayılabilecek bir konum bilgisi elde edebiliyorum.

Adıyaman, merkez.
Teknik bilginin ardından seyahat sürecine geri döneyim. Uzunca bir süre bölgeye gidebilmek için debelendikten sonra, yaptığım onlarca aramanın sonunda Adıyaman’da bana barınma ve ulaşım konusunda yardımcı olabilecek bir bağlantı buldum. 16 Şubat tarihli tek yön bir Adıyaman uçak biletiyle hemen yola çıktım. Adıyaman’da ne kadar kalacağım, daha sonra Maraş’a nasıl ve ne zaman geçeceğim, Hatay’a hiç varabilecek miyim gibi konular netlik kazanmamıştı. Bölgedeki sivil dayanışmanın müthiş güçlü bir şekilde ilerlediği konusunda bolca haber aldığım için; teyakkuz durumlarında kendi kadar başkalarını da düşünebilme yüceliği gösteren bölge halkına güvenerek nasıl olsa bir şekilde idare ederiz güvencesiyle yola devam ettim.
Adıyaman’da depremi çok az hasarla atlatan yapılardan birisi olan Park Dedeman Oteli, nikah törenleri için kullandıkları bodrum katını depremzedelere açmış ve yere serdikleri minderler, sağladıkları yastık ve polar battaniyelerle sıcak bir ortam yaratmışlardı; çünkü odaların tümü doğal olarak kurtarma ekiplerine verilmişti. Bölgeye araştırma amacıyla gelen bir akademisyen olduğumu aktardım kendilerine ve sağ olsunlar bana da burada bedelsiz kalma imkânı tanıdılar. Bodrum katta çok güçlü görünen, neredeyse fil ayak ölçeğinde kolonlar vardı ve mimarlık eğitimindeki yapı derslerine olan ilgimden kaynaklanan yapı bilgisi dağarcığımla mekânda tespit yapıp burasının rahatlıkla uyunabilecek bir yer olduğuna ikna oldum. Burada geçirdiğim ikinci akşam ellerindeki yiyecekleri paylaşan Adıyamanlı mütedeyyin bir aile daha sonra sohbet etmek istediklerini belirttiler ve bir saate yakın sıcak bir sohbet sırasında ben onlardan, onlar benden çeşitli şeyler öğrendik. Aklımda en çok kalan bilgi şu oldu: İnsanların kendi yaptıkları evler müteahhit tarafından inşa edilen evlerden daha sağlam çıkmış çoğunlukla ki çekim yaparken evinin başında duran ve sohbet ettiğim Celal isimli beyefendinin kendi evinde de durum bu şekildeydi. Dört katlı aile binası hasarlıydı ama çökmemiş, insan öldürmemişti. Ama ne yazık ki hemen karşıda zayıf bir şekilde inşa edilmiş bir bina, aileye ait olan ve kredi ödemeleri henüz bitmemiş üç adet arabanın üzerine çökerek hepsini kullanılmaz hale getirmişti. Şükretmeye alıştırıldığımız coğrafyamızda Celal Bey de canını kurtardığına şükrediyordu.

Hatay, Samandağ ilçesi.
On il arasında depremden en çok etkilenen üç ilin alfabetik sırayla Adıyaman, Hatay, Maraş olduğunu öğrenmiştim ve bölgede geçireceğim zamanın üniversitenin kayıt haftasıyla kısmen çakışmasını göz önünde tutarak, sonu öngörülemez seyahati 5-6 günle, ziyareti ise bu üç ille sınırlamak zorundaydım. Lojistik açıdan en doğru olan rota Adıyaman-Maraş-Hatay idi. Bu sıralama aynı zamanda çoğalan bir hasar sıralamasına dönüştü bilmeden. Yıkımın boyutunun ilk şokunu yaşadığım Adıyaman’dan sonra Maraş’ın daha hasarlı, Hatay’ın ise en hasarlı il olduğunu gördüm nutkum tutularak; hasarın büyüklüğü giderek artıyordu. Birçok telefon araması sonrasında Adıyaman’dan Maraş’a geçmenin yolunu buldum. Maraş belki de en çok bağlantı bulduğum il oldu. Burada ve diğer illerdeki işbirliği ve yardımları hayatım boyunca hiç unutmayacağım…
Adıyaman’daki yıkım daha noktasaldı, sıra sıra art arda enkazların olduğu yerler çok fazla değildi. Maraş’ta ise, yapı adası ölçeğinde, tamamen enkaz haline gelmiş bina sıraları daha fazla dikkat çekiyordu. Hele bir Ebrar Sitesi vakası vardı ki depremden daha çok, yapı adası üzerine güçlü bir bomba bırakılmış gibi duruyordu. Şazibey Mahallesi, İsa Yusuf Alptekin Bulvarı’ndaki Ebrar Sitesi’nin her biri 8 katlı olan 12 bloğundan 8’i yıkılmış, 4’ü ise ağır hasar almıştı. Müteahhit kusuru yüzünden yüzlerle kişiye mezar olduğu söylenen bu yapının tam olarak kaç kişiyi öldürdüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Şehir merkezinin doğusundaki Doğukent’te ise çok sayıda yeni yapılmış bina gördüm. Bunların çok büyük çoğunluğunun, çok katlı ve yüksek olmalarına karşın, yıkılmadıklarını ve içinden çıkılamaz enkaz haline gelmediklerini gördüm. Evet, çoğunluğu dışarıdan hafif ve orta hasarlı görünüyordu ama yapılar görevlerini yerine getirmiş ve insanların mezarları haline gelmemişti! Bunun iki nedeni olduğunu düşünüyorum. Sanırım en önemlisi zeminin gevşek bir dere yatağı değil de dağ eteğinde bulunmaktan dolayı kayalık ve sert olması. Diğer neden ise, naçizane gözlemlediğim kadarıyla, yeni yapılan yapıların çoğunun yönetmeliğe uygun ya da uyguna yakın inşa edilmiş olması.

Kahramanmaraş merkez.
Yukarıda sözünü ettiğim 1999 depremi araştırmasında da müşahede ettiğim, Maraş depremi saha ziyareti sırasında da çok sayıda örneğini gördüğüm önemli bir konudan bahsetmek istiyorum. Toplumsal yapımız ve yaşam biçimimizle ilgili bir boyut bu. Özellikle kentlerin belkemiğini oluşturan bazı önemli arter, bulvar, cadde, meydan, sokakta zemin katlarda ticari dükkânların, hemen üstlerinde ise konut katlarının yer aldığını biliyoruz. Zemin kat, yerle binanın geri kalanı arasındaki ilk darbe alan bölüm olması dolayısı ile en sağlam olması gereken kat. Bu kata ticari bir işlev atadığınızda en sağlam olması gereken katı en yumuşak kat haline getiriyorsunuz. Bunun iki nedeni var ve birincisi en fenası: Ticari kuruluşun, sattığı emtianın ne olduğuyla bağlantılı olarak, iç mekânda daha fazla kesintisiz hacim elde etmek için kolon kesmesi! Bu, bir yapının strüktürüne yapılabilecek en kötü müdahale, strüktürün devamlılığını bozmuş olduğunuz için binanın yıkım emrini vermiş oluyorsunuz bu şekilde. İkincisi ise, kolon kesmeseniz bile, zemin katın cephesinin sokaktan görülebilir vitrine çevrilmesi için tümüyle cam kaplanması. Depremin yarattığı yatay hareketten dolayı, dikey kolonlar ve yatay kirişlerden / döşemelerden oluşan betonarme karkasın üzerine en çok güç binen bölümü kolonlar. Kolonların arasına inşa edilecek duvarlar, deprem sırasında oluşan yanal güçlerin, kolonları yıkılacak derecede deforme etmesine müsaade etmiyor. Duvarlarda verev çatlaklar oluşur, kolonlar esnerler ama dikeyden yatay konuma geçme fırsatı bulamazlar. Uzun lafın kısası, zeminde ticaret yukarıdaki katlarda barınma formatının gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Naçizane çözüm önerim şu: Meskun mahallelerde yapı bloklarını işleve göre kullanmak, 3-5 yapı adasını devamlı olarak istisnasız sadece konut blokları olarak işlevlendirmek; araya işhanı şeklinde düzenlenmiş ve farklı ticari işlevleri aynı bina içinde barındıran bloklar serpiştirmek. Bu şekilde alışveriş eylemi de daha kolaylaşabilir, bir işhanına girip farklı ihtiyaçlarınızı karşılayarak fazla yürümek zorunda kalmadan oradan çıkabilirsiniz. Şayet bu olamıyorsa zemindeki ticari kuruluşların vitrin açmalarına kısıtlar getirmek, iç mekânda ne gibi düzenlemeler yaptıklarının periyodik ve ciddi bir şekilde kontrol edilmesi gerekir.

Antakya, Asi Nehri’nin doğu yakası.
Yazıyı bitirmeden önce bazı kısa saptamalar aktaracağım. Her ilde hafif, orta hatta yüksek hasarlı binalara dayanmış, üzerinde ev taşıma/nakliyat dış asansörü olan vinçli araçlar gördüm. Bu büyük bir göç olduğu anlamına geliyor. Bu göç muhakkak ki zorunlu çünkü enkaz haline gelmemiş sağlam durmuş yapıların önemli bir bölümü içinde tekrar yaşanmaya uygun değil artık. Dolayısıyla enkaz kaldırıldığında onların da yıkılması gerekiyor ne yazık ki. Bunların yıkılıp yerine yenilerinin yapılmasının ne kadar süreceği meçhul, iktidar tarafından zikredilen süreler hiç inandırıcı değil. Yeniden inşa sürecinin aceleye getirilmesi inşaat sürecinde ölümcül bazı özensizliklerin gene devreye girmesine yol açabilir. Diğer yandan, depremden etkilenen iller arasında kültürel çeşitlilik ve miras açılarından çok değerli bazı yerleşimler var, buralardan yapılan mecburi toplu göç eylemleri kültürel yapının kaybolmasına yol açabilir ve bu konuda acilen önlemler alınması gerekiyor.
Bölgede konuştuğum insanlardan aldığım bilgiye göre hasar tespit çalışmaları 3-5 dakikada çoğunlukla görsel bir şekilde yapılıyor ve kimse verilen kararlara göre hareket etmek istemiyor, e-devlet’te “orta hasarlı” görülen bir bina ertesi gün “hafif hasarlı”ya dönüşebiliyor. Hatay’da iki saat kadar sohbet ettiğimiz bir dost, evin dışında derin çatlak görülmediği için hasarsız raporu verilen yapının içindeki dairenin harap olduğunu ispat eden fotoğraflar gösterdi bana. Bir binanın tekrar oturulabilir olup olamayacağı ancak titiz tespitler sayesinde ortaya çıkabilir ve bunun 3-5 dakikada bitirilmesinin kesinlikle mümkün olmadığını bilmek için uzman olmak gerekmiyor. Durum o kadar umutsuz ki benim gibi uzman olmayan insanların bile fikirleri soruluyor “ne dersin yaşanır mı bundan sonra burada” diye…
Pek zikredilmeyen ama önemli konulardan birisi de enkaz kaldırma sürecinin detayları. Bölgede konuştuğum bir kişi enkaza dönüşen bir binada zemin katta değeri hayli yüksek metal hurda birikimi olduğunu, kepçe tutup bunları çıkarmasına izin verilmediğini, izin vermeyenlerin çıkarması durumunda da o hurdaların hangi aşamada kendisine nasıl verileceği konusunda bir açıklama yapılmadığını belirtti. Enkaz altında kalan ve nereye evrileceği belli olmayan ekonominin insanlarda yarattığı güvensizlikle evlerde tutulan nakit para, değerli metal, ziynet eşyaları gibi “kara gün” birikimlerini kim nasıl, nerede ayrıştırıyor; enkaz altında kalarak / kalmayarak sağ kalan ama her şeylerini kaybetmiş insanların hakkı olan maddi varlıklarını kim sahipleniyor, enkaz ayrıştırma nerede yapılıyor, hangi şirketler bu işe giriyor, mağdurlar haklarını nasıl arayabilir gibi şu anda cevapları olmayan birçok soru var.
Çalışmayı bitirdiğim akşam Defne, Hatay’da idim ve İstanbul’a arabayla giden bir tanıdık bulmuştum. Yola çıkmadan iki saat önce 20 Şubat, saat 20.04’te Hatay’da Defne ve Samandağ merkez üslü 6,4 / 5,8 büyüklüğündeki iki depremi şahsen yaşadım. Maraş Pazarcık ve Elbistan merkez üslü depremlerden hayli az şiddetli bir depremdi. Şanslıydım, daha küçük bir depremdi, açık havada bir bahçedeydim; yine de yer ayağımın altından kayıyor gibiydi; oraya buraya koşuşturdum. Deprem bittikten sonra, 10 saat öncesinde merkez üssü olan bu iki mahalledeki hasarlı binaların yakınlarında çekim yaptığımı hatırlayınca “olası bir tehlikeden az farkla kurtuldum belki de” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Son olarak teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Deprem bölgesindeki muhteşem dayanışma, farklı amaçlarla bölgeye misafir olarak gidenlerin barınma, ulaşım, beslenme ihtiyaçlarına da yansıyor. Bölgede bulunduğum süre içinde bölge içinden / dışından yardımcı olan / olmak isteyen, değerli dostlarla tanıştıran, barındıran, doyuran, ulaştıran, mevcut durum hakkında bilgi veren, sohbet eden, dertleşen herkese çok ama çok teşekkür ederim. Bölge sakini olup her türlü kaybı yaşamalarına karşın, misafirleri her zamanki misafirperverliklerini göstererek ağırlayan yüce gönüllü insanlara en içten şükranlarımı iletirim.
Magma 62 / Deprem Özel Sayısı / Nisan 2023
PDF:
https://www.magmadergisi.com/belgeler/magma-deprem-ozel-sayisi.pdf
Zip:
https://www.magmadergisi.com/belgeler/magma-deprem-ozel-sayisi.zip
Dergilik:
https://dergilik.com.tr/magazine/magma-dergisi-ozel-sayi-2023-yili-0/79775
Dmags:
https://dmags.net/yayinlar/magma-dergisi/deprem-ozel-sayisi/15397