Hayatımda birçok acıya, savaşa, felakete ve katliama tanıklık etmek durumunda kaldım, bir gazeteci ve belgeselci olarak. Ama hiçbiri ölmenin ölmemekten daha iyi olduğunu hissettirmemişti. Bu kahredici ve hayatım boyunca içimi kavurmaya devam edecek olan cümleyi kurdurtan, enkaz altında kurtarılmayı bekleyen insanların çığlığını duymak oldu.

Depremin ilk üç günü, hepimiz gibi kahredici bir çaresizlikle bekleyip dördüncü günü yola çıktım. Adıyaman’a girdiğimiz o gece, karanlığı aydınlatan iki şeyden biri yaktıkları ateşin başında enkaz altındaki yakınlarını bekleyenler ve çalışan iş makinelerini aydınlatan projektörler oldu. Bu beklediğimiz bir şeydi ama her metresi yüzlerce ölümle dolu bu yolun bir türlü bitmemesini, sonunun bir türlü gelmemesini beklemiyorduk.

Beşinci gündü ve artık enkaz başında bekleyenlerle yaptığım röportajlarda tek duyduğum temenni cenazelerine ulaşabilmekti. Ve tek temennileri bu olan insanların hep söylediği şey, ilk iki gün yakınlarının seslerini duydukları halde hiçbir şey yapamadıkları oldu. Çünkü hiçbir yardım gelmemişti! Binlerce insan her an kurtarılmayı bekleyerek, bu umutlarını son ana kadar diri tutarak verdiler son nefeslerini. Bu kahrı hepimiz ebediyen ruhumuzda taşıyacağız. Ama daha da kahredici olan, bu yıkımın sorumlusu ve insanları kurtarmaktan aciz yetkililerin hiçbirinin özür bile dilemediği, pişmanlık dahi duymadığı bir ülkede yaşamaya devam etme ihtimali!