Yunus Nadi Bey, 23 Ağustos 1924 tarihli Cumhuriyet gazetesinin Sıhhat Mücahedesi (savaşı) başlıklı başyazısında şunları söylüyordu: “…Himaye-i Etfal Cemiyeti kâtib-i umumisi Doktor Fuat Bey’in tetkikatında görülmüş olduğu üzere, Türkiye’de doğan çocukların muhakkak surette yarıdan fazlası, bir ila bir buçuk yaşları arasında ölüyor. Cehaletin ve sefaletin her gün artan bir surette meydan verdiği felaketler buna dahil değildir. Hepsini bir araya toplayarak hakiki bir istatistik vücuda getirilmek üzere çocuk kelimesinin istiab ettiği (kapsadığı) senelerdeki ölümlerin miktarının mutlaka yüzde 70’i geçtiğini görürüz. Acaba bir memleket için bundan daha büyük ne felaket olabilir?”

Kırklareli Mebusu Dr. Fuat Bey de 1925 yılında TBMM’nde yaptığı konuşmada, yüzde 70’e varan çocuk ölüm oranının düşürülmesini ve sağlıklı gebelik ve doğum koşullarının yaratılmasını talep ediyordu.

1923-1925 yıllarında Türkiye’de yaşayan ve Türk tıbbını inceleyen ABD’li denizci doktor C. W. G. Bunker, Washington’da Bahriye Nezareti Tababet Şubesi tarafından yayınlanan United States Naval Medical Bulletin adlı derginin 2 Nisan 1927 tarihli ikinci sayısında yer alan Türkiye’de Sağlık başlıklı uzun makalesinde ise Türkiye’de çocuklar arasındaki ölüm oranının yüksek olduğunu ve kayıpların zaman zaman yüzde 80’e kadar çıktığını belirtiyordu.

Cumhuriyet Önce Çocuklarını Kurtardı 1

Ebe sayısının azlığı ve var olan ebelerdeki bilgi eksikliği çocuk ölümlerinin en büyük nedeniydi. 1927’de 347 olan ebe sayısı, 1930’da 700’ün üzerine çıktı.

Ülke Hastalıktan Kırılıyor

Ülkemizde cumhuriyetin ilk yıllarında çocuk yaşamı ve sağlığıyla ilgili tablo, işte böyle vahim bir felaketi yansıtıyordu. Öte yandan yetişkinlerin durumunun da iç açıcı olduğu söylenemezdi. Ülke nüfusunun büyük bir bölümü sıtma, verem, frengi, trahom ve benzeri hastalıklardan kırılıyordu. Ancak çocuk ülkenin geleceğiydi ve çocuklarını yaşatamayan bir ulusun geleceğinden söz edilemezdi.

Bu bilinçle hareket eden cumhuriyet hükümetleri, tüm ülkeyi tehdit eden her türlü bulaşıcı hastalıkla birlikte, çocuk ölümlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak da büyük bir mücadeleye giriştiler. 1925 yılında hazırlanan Sağlık Bakanlığı Çalışma Programı’nda öncelikle şunların yerine getirilmesi öngörülüyordu: “Sağlık örgütünü genişleterek köye kadar götürmek, sağlık personeli yetiştirmek, numune hastaneleri ile doğumevleri ve çocuk bakımevleri açmak, halk sağlığı bakımından önemli sıtma, verem, trahom, frengi, kuduz gibi hastalıklarla savaşmak ve sağlıkla ilgili kanunları yapmak. Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu kurmak”.

Cumhuriyet Önce Çocuklarını Kurtardı 2

Doğumevleri, kadın sağlığı çalışmalarında bir dönüm noktası oldu. Süleymaniye Doğum ve Çocuk Bakımevi İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar tarafından 1946 yılında açıldı. 

Cumhuriyet Doğumevleri Açıyor

Bu programın bir parçası olarak, yetişkinlerle birlikte çocukları bulaşıcı hastalıklardan korumak amacıyla yoğun bir aşı kampanyası gerçekleştirildi ve bu kampanya sürekli hale getirildi. Ayrıca Konya, Adana, Aydın, Ankara gibi ülkenin çeşitli şehirlerinde doğumevleri açıldı. İstanbul’da çocuk klinikleri kuruldu. Anadolu şehirlerinde doğumevleri ilk defa cumhuriyetle kuruldu.

Doğum sırasındaki çocuk ölümlerinin önemli bir bölümü, doğumda bir ebenin bulunmamasından ve ebeveynlerin doğumla ilgili bilimsel ve hijyenik kurallardan habersiz olmasından kaynaklanıyordu. Genç cumhuriyet yönetimi doktor, eczacı, sağlık memuru, hemşire eğitimiyle birlikte ebe yetiştirilmesine ve ebelerin ülkenin her yöresinde görevlendirilmesine de büyük bir önem vermiştir. Cumhuriyetin ilanı günlerinde ülkemizdeki diplomalı ebe sayısı 136 idi. 1927’de 347 olan ebe sayısı, 1930’da 700’ün üzerine çıktı.

Ebeveynlerin sağlık bilgilerinin eksikliği, çocuk ölümlerinin en önemli nedenlerinden biri olarak görüldüğünden, halkı bu konuda bilinçlendirmek için “gezici sağlık ekipleri” her araçtan yararlanarak halka doğum ve sağlık bilgisi vermeye çalıştı. O sıralarda ülkemize henüz yeni girmiş olan sinema teknolojisi de gezici film gösterme ekipleri oluşturularak bu amaç için kullanıldı.

Cumhuriyet Önce Çocuklarını Kurtardı 3

Süt Damlaları ayrıca çocukları, haftada bir gün muayene edip tartarak gelişimlerini takip edecek, aşılarını yapacak, hasta çocuklara ilaç verip onları tedavi edecek ve anneleri, çocuk sağlığı konusunda bilgilendirilecekti.

Yoksul Annelere Yardım

Yoksulluktan kaynaklanan beslenme yetersizliği, çocuk ölümlerinin yüksek olmasının bir diğer nedenini oluşturuyordu. Hükümet ve Sağlık Bakanlığı örgütleri, yeni doğan ve küçük yaştaki çocukların gerekli gıdayı alabilmelerine yardımcı olmak amacıyla çocuklu ailelere çeşitli gıda yardımlarında bulundu. Bebek ve çocuk sağlığını korumak ve geliştirmek amacıyla kurulmuş bulunan Süt Damlası kurumları, ülkenin çeşitli yörelerinde çocuklara gıda yardımı yapılmasında önemli bir rol oynadılar. 1924 yılının ilk altı ayında sadece İstanbul’da, 1602 çocuğa 41 bin 201 şişe taze süt, 429 paket pirinç unu ve daha başka gıda yardımlarında bulunulmuştu. 

Yiyecek yardımlarının miktarı her geçen yıl arttırılmıştı. Ayrıca Süt Damlası kurumları, çocukların doğumdan sonraki yaşamlarını ve gelişmelerini dikkatle takip etmiş, hasta çocukların hastalıklarının teşhisleri ve tedavileriyle yakından ilgilenmişti. Öte yandan Süt Damlası, muhtaç durumdaki annelere sepet, beşik, çamaşır, kundak veriyor (ödünç olarak), loğusa annelere bakıyor ve bebeklere sıhhi bakım yollarını gösteren kurslar veriyordu.

Modern bilimin en son gelişmeleri izlenerek ve onlara bağlı kalınarak yürütülen, planlı, inançlı yöneticilerin ve sağlık personelinin yüksek fedakârlıklar içeren duygu ve davranışlarına dayalı, ulusun çocuklarını ve geleceğini kurtarma hedefli bir yurttaşlık bilinci taşıyan bu büyük sağlık mücadelesi, çok geçmeden önemli sonuçlar verdi. 1930 yılı Mayıs ayı itibarıyla, Aydın, Bursa, Adana, Konya ve Ankara civarında yapılan araştırmalarda çocuk ölümlerinin yüzde 15,2’yi geçmediği saptandı.

Cumhuriyetin yüksek orandaki çocuk ölümlerini düşük düzeylere indirmekteki büyük başarısı, hiç şüphe yok ki, bütün davranışlarında bilimi ve halkın aydınlanmasını temel almasına dayanıyor. Bu başarı, aynı zamanda bilimin, geleneksel bir toplumun ulus ve yurttaşlar topluluğu haline dönüşmesindeki rolünü göstermesi bakımından da büyük bir önem taşıyor.

Cumhuriyet Önce Çocuklarını Kurtardı 4

Mustafa Kemal, Ankara’da bir taraftan meclis çalışmalarına katılırken bir taraftan da savaşı yönetiyordu. Halkın durumuyla ve sosyal meselelerle yakından ilgileniyordu. Himaye-i Etfal (çocukları koruma) Cemiyeti yararına 1921’de Ankara’da düzenlenen at yarışlarına katıldığında yanında öksüz bir çocuk ve arkadaşları vardı. Fotoğraftaki çocuğun göğsündeki bantta “hasılatı yetim içindir, driğ etmeyiniz” cümlesi yazıyor. Fotoğrafta Fevzi Paşa (Çakmak), Refet Paşa (Bele), Afgan Elçisi Sultan Ahmed Han ve Azerbaycan elçisi İbrahim Abilof görülüyor.

Mücadelenin Sekiz Cephesi

Cumhuriyet hükümetleri bulaşıcı hastalıkları kısa zamanda yok etmek üzere çok cepheli bir sağlık seferberliği başlattılar. Bu seferberliğin sekiz cephesi vardı: Uzman yetiştirme, kurumsallaşma (hastane, dispanser açma vb), hastalık taraması düzenleme, teşhis ve tedavi, ilaç tedariki ve üretimi, koruyucu önlemler alma, bulaşıcı hastalıklara karşı halkı çeşitli araçlarla eğitme, idari organizasyon.

Son derece kısıtlı maddi ve mali koşullara rağmen, hızla yeterli sayıda deneyimli uzman yetiştirmek için yurtdışına doktorlar gönderildi, yurdun her yöresinde sıtma ve verem savaş dernekleri ve dispanserleri kuruldu, halk içinde hastalık taraması yapıldı ve mücadelede öncelik verilmesi gereken bölgeler tespit edildi.

Yeterli miktarda kinin sağlanmaya çalışıldı ve kinin ile BCG aşısının yerli üretimi yapıldı. Bazı salgın hastalıklar daha başlangıç aşamasında durduruldu. 1929 yılında Suriye’de çiçek hastalığı salgını çıktığında ve yurdumuzda da buradan kaynaklanan vakalar görülmeye başladığında, 1 Ağustos 1929-6 Haziran 1931 tarihleri arasında Mardin, Gaziantep, Cebelibereket, Diyarbakır, Mersin, Siirt, Elazığ, Maraş, Malatya, Urfa ve Adana vilayetlerinde 1 milyon 215 bin 839 kişi aşılanmış ve salgın önlenmiştir. Doktorlara ve sağlık memurlarına sıtma kursları verildi. Vilayetlerde sıtma mücadele heyetleri oluşturuldu.

Sıtma mücadelesi heyetleri bir uzman başkanın yönetimindeydi ve başında bir mücadele doktoru bulunan 4-9 şubeden oluşmaktaydı. Mücadele başkanının bulunduğu yerde bir şefin yönetiminde bir laboratuvar kurulmuştu. Her şube 4-5 daireye ayrılmıştı ve bunların her birinin başında da özel şekilde yetiştirilmiş sağlık memurları bulunmaktaydı. Her sağlık memurunun bölgesine 8-15 köy düşmekteydi.

Ağır sıtmalı hastaların yatırılıp tedavi edilmesi için 5-10 yataklı sıtma dispanserleri açıldı. Her bölgeye de bir hizmet otomobili verildi. Ayrıca sıtma mücadele heyetleri, bir yandan nisan ve kasım aylarında bölgelerindeki insanları genel muayeneden geçirerek dalak ve kan tetkikleri sonucunda sıtmalı bulunanları tedavi altına alırlarken, diğer yandan da bataklıkları kurutmaya çalışmışlardı.


Cumhuriyet Önce Çocuklarını Kurtardı 5

Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün ilk kez İstanbul’a gelişini kutlayan Balmumcu Seniye Sultan Öksüzler Yurdu öğrencileri. 1 Temmuz 1927.

Halka hastalıklardan korunma yollarını göstermek amacıyla her türlü araçla bilgi verme yoluna gidilmişti. Hastalığın hangi yollardan ve nasıl bulaştığını anlatan ve halka parasız olarak gösterilen filmler yapılmış ve gezici film gösterme ekipleri oluşturulmuştu.

Bu büyük sağlık seferberliği 10 yıl içinde önemli başarılar kazandı. Ülkedeki sıtmalı hasta oranı 1930’lu yıllarda yüzde 11’e düşürüldü. Genel olarak bulaşıcı hastalıkların etkisi, kabul edilebilir sınırlar içerisine çekildi. Bütün bu mücadele ve elde edilen büyük başarı, inanılması güç ama sayıları bini bulmayan doktorların öncülüğünde gerçekleştirilmişti. Unutulmamalı ki, cumhuriyetin ilanı tarihinde Türkiye’de 554 doktor, 69 eczacı, 560 sağlık memuru, 136 ebe ve 4 hemşire bulunuyordu.

Bu büyük başarının sırrı, elbette, elinde tuttuğu meşale bilim olan bir liderin öncülüğündeki genç ve inançlı bir topluluğun; liderine, ülkesine, bilime ve geleceğine olan yüksek inancında yatıyordu. Bu topluluk, büyük zorluklar içeren ve fedakârlıklar gerektiren mücadelesinde sadece mikroplara karşı değil, eğitim olanağını bulamadığı için hurafelere esir düşmüş insanların önyargılarına karşı da savaşmışlardı. Belki de daha zor olan buydu. Çünkü hastalar şifayı kininde değil, muskada arıyordu. Hastalıkların kökeniyle ilgili hurafelerin sayısı belirsizdi. Sıtmalı hastaları “iyileştirmek” için, hastalığın sebebi sayılan dalağın kesilip çıkartıldığı bile görülüyordu. Bu nedenle tıbbi tedavinin uygulanabilmesi ve başarıya ulaşabilmesi için önce hastaların vücutlarındaki muskaların çıkartılması gerekti. Ancak ondan sonradır ki hastalar iyileşmelerinin ilaçlardan kaynaklandığına inanmaya başladılar.

Cumhuriyet Önce Çocuklarını Kurtardı 6

Mustafa Kemal’in 15 Mart 1923’te Adana’ya gelişini coşkuyla karşılayan kızlı erkekli çocukların ellerinde bayraklar ve çiçekler vardı.

Bilimin Hurafeye Galibiyeti

Bulaşıcı hastalıklara karşı cumhuriyetin ilk yıllarındaki bu mücadele, ülkemizde bilim ile hurafe mücadelesinin ve bilimin hurafeye üstün gelmesinin öyküsüdür. Bu, gerçekte cumhuriyet döneminde bilimin en büyük başarı öyküsüdür de… Bu başarının etkisi, tıbbi ve sosyal kazançlarla sınırlı kalmamış, bilimle kitlesel ölçüde ilk kez yüz yüze gelmiş olan Türk halkında bilime ve modern tıbba güvenme yönünde etkileri bugüne kadar uzanan bir zihniyet değişimine de yol açmıştır. Modern bilimin en son esaslarına dayanılarak yürütülmüş olan bu mücadele aynı zamanda uluslaşma sürecimizin de en büyük aşamalarından birini oluşturmuştur.

Kurtuluş Savaşı’nda ülkesini savunmak için çarpışan askerlerimiz ne kadar ulusal kahramansa, bulaşıcı hastalıkları yenerek bir ulusu yok olmaktan kurtaran bu inançlı ve fedakâr doktorlar, eczacılar, sağlık memurları, ebeler ve hemşireler de o kadar kahramandır.

Bir ulusu ulus yapan şeylerin başında, o ulusun kahramanlarını bilmesi ve onları onurlandırması gelir. Ama kimler bizim kahramanlarımız? Sadece bizim ülkemizde değil, dünya tarihinde de önemli bir yeri olan bu tıbbi ve sosyal mücadele ve başarı öyküsünün ne romanı yazıldı ne oyunu sahnelendi ne de filmi yapıldı. Tıp tarihinin bir konusu olarak yapılan sınırlı çalışmalar bir yana, halka bu mücadelenin bilgisi dahi sunulmadı.

Bu mücadelenin kahramanlarının ve öyküsünün ulusumuza tanıtılması ve anlatılması gerekiyor. Ancak o zaman gerçekten bir ulus olabileceğiz


(*) Bilim tarihçisi Osman Bahadır, 19 Ekim 2023 günü hayatını kaybetti. Bu yazı, Beşiktaş Belediyesi'nin yayını b+ dergisinde yayımlanmıştı. Osman Bahadır’ı saygı ve sevgiyle anıyoruz.