--Deniz ve Yelkenle tanışmanız nasıl ve ne zaman oldu?
NK--Sabahın körü bir saatte 08 gibi, mesleğim nedeniyle sabaha karşı uyuyan biri olduğumdan o saatler benim için sabahın körüdür. Bir arkadaşım ısrarla cep telefonumdan aradı. Genelde uyurken telefonu sessize alırdım. Gecenin rehaveti nedeniyle unutmuşum. Telefonu sessize almamış olmam bana hiç beklemediğim yeni hayatın kapısını bana açmış oldu. Cevap vermek istemediğim telefon ısrarla çalınca açmak zorunda kaldım. Arkadaşım Engin ısrarla, kalk sana geliyorum dedi. Git dedim işine, daha yatalı üç saat oldu. Sana tekne buldum dedi. Halbuki ben tekne aramıyordum. Daha şirketi yeni satmış kendimi emekliye ayırmıştım. Bir kaç ay önceki yemekte yelken kurslarına gidip seneye bir tekne bakarım diye bahsetmiştim.
O güne kadar yelkenli teknelere sadece uzaktan bakmıştım, hiç birine adım atmamıştım, yani zamanı değildi. Ancak inatçı Engin’in ısrarları üzerine erken kaldırılmanın verdiği baş ağrısı ile iki kahve üst üste içerek ayılmaya çalıştım. Eve gelip kapıdan aldı Fenerbahçe marinaya götürdü, bir teknenin önüne gelince durdu, işte bu tekne dedi. İçinde tanıdık bir sima vardı, Uğur Yücel.
Hayrola Uğur?
Tekneyi satmaya karar vermiş, Engin beni teknenin içine sürükledi ve sordu, nasıl buldun? Oğlum ben anlamam etmem nasıl bulmam gerektiğini nereden bileceğim, nesini beğenmem gerekiyor, onlarca düğme var bunlara mı bakacağım, ahşabın kalitesine mi bakacağım nesine? Anlamadığım bir şeyi neden satın alıyorum ki? Ben sana öğretirim dedi, uykusuz sersem ve baskı altında olmamdan kaynaklanan bir boş bulunma hali içinde tekneyi satın aldım. Yeni bir hayata başlamış oldum.
--Şimdiki yelkenli teknenizin adi Mahayama, ne anlama gelir? Özelliği var mıdır?
NK—Mahayama Budizm’in üç ana kolundan birisiymiş, kelime anlamı ise ‘büyük taşıt’ demek, bana göre ise beni Nirvana’ya taşımakla meşguldür. İlk teknemin adı da Mahiyana idi, isim babası Uğur Yücel’dir. Mistisizm beni etkilediği için yeni teknemde de aynı ismi kullanıyorum. Bir gün nirvanaya ulaşacağız diye dolaşıp duruyoruz.
--Uzun süredir yalnız başınıza teknede yaşıyorsunuz, bundan bahseder misiniz, ne yer ne içersiniz, diğer yelkencilerle ilişkileriniz nasıldır?
NK—Evet oldukça uzun bir süredir 12 yıldır teknede yaşıyor ve geziyorum, dört duvar arasına girmek benim kabusum oluyor. Çocuk yaştan beri özgürlüğüme aşırı bir düşkünlüğüm vardı. Eskilerde toplum baskısı ve iş icabı alışkanlığı nedeniyle insanları şöyle böyle idare ederdim. Uzun zamandır ödün vermiyorum. Teknemdeki özgür, doğal, deniz çingenesi tarzında hayatıma karışılmasına, müdahale edilmesine pek anlayışlı davranamıyorum, dolayısıyla yalnız dolaşmak beni daha huzurlu kılıyor. Yemek içmek deyince içim gidiyor kendi memleketimin mutfak kültürüne. Güneyli biri olarak İstanbul’da bile kebap yemeyi sindiremeyen damak lezzetine sahibim. Bu mutfak kültürü ne Avrupa’da ne de Karayipler’de var, geleneksel mutfak lezzetine düşkün biri olarak ülkemde özlediğim en önemli konu yemektir. Ancak uzun yollarda özel yemeklere zaman ayırmak pek mümkün değildir, hem her türlü malzeme buralarda bulunmaz hem de bu ciddi uğraşlarla zaman kaybetmek istemem.
Karayipler’de rom içilir, yapabildiğim üç beş yemek çeşidi için genellikle malzeme bulabiliyorum. Karayipler yemek kültürünü sevmiyorum, zaten yok sayılır. Gerçi bizde de artık geleneksel yemek kültürü evlerden çıktı, yerel yemek lokantalarının marifetine kaldı. Hep söylerim; uykuya, yemek yapmaya ve bulaşık yıkamaya harcanan zamana yazık diye. Eline içki alıp saatlerce gün batımlarında, yıldızların altında dünyayı gezmek ve düzeltmek hayalleri kurmak varken .
Var mı oradan bir içli köfte hapı gönderecek olan!
--Türk yelkenciliğinden de bahsetsek, neden daha çok Sadun Boro, Osman Atasoy, Hakan Öge ve Özkan Gürkaynak gibi yelkencilerimiz yetişmiyor?
NK—Çevremde yüzlerce denizci var ve yüzde doksan beşi Amerikan, İngiliz, Alman, İtalyan, Fransız vs. Şimdi bu gelişmiş ülkelerle kendimizi karşılaştırırsak nedenlerini bulmuş oluruz. Bu ülkelerin yanında kültür, eğitim, ekonomi alanında da maalesef oldukça geriyiz. 1965’ten bu yana Sadun Boro ile başlayan sadece on beş Türk Dünya’yı dolaşmış. Şu an sadece burada etrafımı dolaşsa on beş İngiliz ya da Fransız bulurum. Bu karşılaştırma hemen her alanda ne kadar geri kalmış olduğumuzun göstergesidir.
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede gelmiş geçmiş hükümetlerin denize sırtını ne kadar dönmüş olduğunu da ifade ediyor. Tek çare denizcilik sivil toplum kuruluşlarının amatör denizcilik aşkının halka yaygınlaştırılmasıdır. Var olanların hemen hepsi halktan ve amatörlükten kopuk, elit bir zümre gibi işlem görmektedir. Bu gün çocuk yaşta kürek çekerek başlayan deniz aşkı bir gün gelir dünyayı dolaştıracaktır.
--Dünya turunuza gelirsek, nasıl oluştu bu fikir? Her yelkencinin rüyası olan Atlantik Okyanusu’nu sessiz sedasız geçtiniz, ne söylersiniz bu konuda?
NK--Özgürlük duygusu bende alıp başını gitmekle eşdeğerdir. Çok genç yaşlarda motosiklet karavan ile dünya turu hayalleri kurarken , bir gün Hürriyet Gazetesi’nde Sadun Boro’nun denizden dünya seyahatiyle tanıştım. Ve o günden sonra zehrini içime akıttı. Yıllar sonra kendimi birden Atlantik ortasında elimde Türk Bayrağı ile buldum. Huyum kurusun, görmeden geçme saplantım nedeniyle Karayipler’de dört yıldır dolaşıp dururum.
--Bu güne kadar unutulmayan anılarınız vardır herhalde?
NK—Olmaz olur mu? On iki yıl oldu denizlerde gezeli, halen burnum sürtülüyor. Kayalara çıkmaktan tutun da kum banklarına oturmak, motorsuz kalıp da yelken ile uzun seyirler yapmak, üç ay buzdolapsız kalıp zehirlenmek, soyulmak ve dolandırılmaya varacak kadar başımdan maceralar geçiyor. Zaman zaman otorite ile ters düşmek işin cabası oluyor.
--Planlarınızda Pasifik Okyanusu’nu geçmek de var, ne zaman olacak, bu geçiş için özel hazırlığınız var mı?
NK--Karayip ülkeleri tamamladıktan sonra Panama Kanalı üzerinden Pasifik Okyanusu’na açılacağım. Bu kadar ki alışkanlıklardan sonra uzun yol, kısa yol hazırlığı fark etmez oldu. Her zaman her şeye hazırlıklı olmak gerekiyor. Zor durumlarda motorsuz da gidiliyor ancak buzdolapsız kalmak beni en çok rahatsız eden. Amerika’da dört ay kalıp teknenin birçok mekanik, elektrik, elektronik eksikliklerini tamamlamayı hedefliyorum.
--Son durağı olmayan bir dünya turundasınız, neden?
NK—Acemilik ve çaylaklık dönemlerimi Türkiye kıyılarında, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde sekiz yıl boyunca seyir yaparak geçirdim. Artık seyirler birbirini tekrarlar olmuştu. Hızlı bir tur atıp Türkiye’ye döndükten sonra ne yapacağım? Artık marinalarda yaşayamam, bir ağaca yaslanıp ölümü de bekleyemem, dolayısıyla bu tur ne zaman biter, bilemem.