Hadika'yı İstanbullu kayıkçılar daha da iyi bilir. Kabataş'a kayıklar yaklaşırken lodosla anlaşamıyor diye Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan taşa “etrafı ağaçlarla çevrili sulak bahçe” anlamına gelen “hadika” ismi verilmiş. İlk yapıldığında denizin içinde olan ancak insanoğlu toprağa sığamayıp denizleri de doldurmaya başladıkça karanın yuttuğu bu taş şimdilerde mahzun. Kayıkçılara kol kanat olsun diye dikilen Hadika artık çay-kahve mekânları arasına sıkışmış, adeta kolu kanadı kırık ve nefes alamıyor. Kırılan yerine sıradan bir mermer eklenmiş, kaybolan kıyının kayıp anıtı olarak etrafı izliyor.

Kayıp Kıyı Kabataş 1

Cemal Süreya çocukluk günlerini anlatırken bizi 1940’lara götürüyor. “Kış günlerinde Kazancı Yokuşu'ndan aşağı bir iskemleyi kızak yaparak indiğimi anımsıyorum. Fındıklı durağının oraları odun depolarıyla kaplıydı. Aralarından geçip denize yaklaşamazdım. Dolmabahçe Camii'nin yanındaki denizden ayrılmış havuzda suya girerdik. Fındıklı, Cihangir, Kabataş'ın set üstü baştan başa ahşap” (1). Bizler de şimdi benzer kaderi yaşıyoruz ancak başka türlü. Bitmeyen inşaatlar; kıyıyı kaplayan işletmeler; heybetli iskeleler yüzünden bırakın denize girmeyi, biz de denize yaklaşamıyoruz. Şehir kendini öyle hızlı değiştiriyor ki on yıl kadar önce arkadaşlarımla kendiliğinden biten çime oturabiliyorken artık gidesimiz dahi gelmiyor. İstanbul'a misafir gelenlerin uğrak yeri olan Kabataş'ta birçok kere şahit olduğum telefonun diğer ucundaki kişiye söylenen “Boğaza karşıyım, görmen lazım” diye anlatılan yere artık ayaklarımız varmıyor. İş makinelerinin heybetli gövdeleri sanki denizin yanında yeni bir denizi arıyor.

Bütün kıyılar varışların geniş resmidir. Denizin toprakla buluşup onu kum etmesi... Denizin kayaya çarpıp savrularak ya da savrulup çarparak durmadan dağılması, durmadan toplanması; kurak olana hayat vermesi denizin boynunun borcudur. Kıyı kıvrım yeridir çarşafın. 

Kayıp Kıyı Kabataş 2

Toprak kimi zaman kaya olur. Denize yakın, bozkıra yakın, göğe yakın, ormana yakın yer tutar. “Dik kafalı dağların bir yamacı / Çayırlık çimenlik bahar havası” (2) olur. Toprak kimi zaman çakıl olur; ne kum, ne kaya... Denize yakın yerlerde pek sevilmezler. Dağ başlarında da duramaz, savrulurlar. Çakıllar toprağın ötekisidir. Toprak kimi zaman kum olur. Deniz seviyesini ölçmeyi bilir. Kıyıya aynı hizadan bakar. Ancak suya cetvelle elbise biçerken kumaş diye kullanılan beton öyle mi? Denizin huyu şaşırır; insanın ayağı şaşar; gözlerin feri uçar. Günümüzde olan da budur.

Ekleyerek değil, eksilterek ortaya iyinin nasıl çıkacağını bilen kişiler vardır. Karabük’te yaşayan ve amatörlüğünü hiç hissettirmeyen bir heykeltıraş olan Erol Sürmen’in İstanbul’a gelip gittikçe başına geçtiği ve inşaat artığından ortaya çıkardığı kartal heykeli iptal olan martı projesinden yeğdir. Hadika hepsini gözler.


*(1)  Ece Ayhan, Şiirin Bir Altın Çağı, YKY, İstanbul, Nisan 1993, s. 168

*(2) Gürsel Bektaş, Kırmızı, Noktürn Yayınları, Mart 2015, s. 1