Almanya’dan çıktıkları yol tam yedi farklı ülkeden geçti. Sazın öyküsünü anlattıkları belgesel için sekiz yıl boyunca hazırlandılar. Üç ay süren çekimlerde hem müziğin hem şarkı sözlerinin hem de binlerce yıllık hikâye geleneğinin iç içe geçtiği bir kültüre tanıklık ettiler. Belgeselin kahramanı Petra Nachtmanova sazla tanışma öyküsünü ve projeyi nasıl geliştirdiklerini anlatırken, yönetmeni Stephan Talneau da belgeselde sazın insanlar arasında kurduğu bağı yansıtmaya çalıştığını söyledi.

PETRA NACHTMANOVA

“Bağlama bana geldi ve yolu gösterdi.”

Aslen Polonyalı bir anne ve Çek asıllı bir babanın kızı olarak dünyaya geldiniz ve Berlin’de hayatınızı geçirdiniz. Belgeselinizde sazın şehirli olmadığından bahsediyorsunuz. Batı’daki bir şehirli olarak sazla tanışma hikâyenizden bahsedebilir misiniz? Neden saz çalmaya başladınız?

Viyana’da doğdum; on sekiz yaşıma kadar orada yaşadım. Sonrasında İngiltere’de üç sene kaldım, bir süredir de Berlin’deyim. Ben tam bir şehirliyim. Bağlama aslında bir bakıma şehirli bir enstrüman oldu, sadece köyde çalınan bir çalgı diyemeyiz. Ben bağlamayla Berlin’de tanıştım. Sokakta, genellikle pazar günleri, göçmen Türk ailelerin çocuklarını bağlama kurslarına giderken görürdüm. Sırtlarında ilginç şekilli, gitara benzeyen şeylerle gezerlerdi. Bir sürü bağlama çalan kişi olmasına rağmen Viyana’dayken fark etmemiştim. Berlin’de gözüm açıldı. Sonra sesini duydum, cemevinde eğitime başladım. Bağlamayı elime aldığımdan beri, hikâye anlatmanın hikâyesini arıyorum. Bu hikâye anlatıcılığını bulmak için de bağlamayı kullanıyorum. Bağlama bana geldi ve yolu gösterdi. Ona soruyorum sorularımı.

Saz belgeseli, evinizden yani Berlin’den başlayarak Horasan’a uzanan bir yolculuğu ele alıyor. Bosna Hersek, Arnavutluk, Bulgaristan, Azerbaycan, İran, Anadolu… Sazın peşinden kilometrelerce yol gitmenizdeki sebep neydi?

Aslında en mantıklı yol Berlin’den İstanbul’a, oradan da Anadolu köylerine gitmekti. Ama bunun ötesinin hikâyesini merak ettim, çünkü bunun ötesi var; Horasan var mesela. Anladım ki dünyanın her yerinde sazın izi var, onun peşinden dünyayı turlayabilirsiniz. Bu tiplemede bir çalgı aslında her yerde, Latin Amerika’da dahi insanlar saz çalıyorlar.

Sazın Peşinde: Berlin’den Horasan’a 1

Berlin’den Horasan’a kadar uzun ince bir yolun izini süren Saz belgeselinin kahramanı Petra Nachtmanova ile yönetmeni Stephan Talneau, Magma bahçesine konuk oldu. Fotoğraf: Buse Akkaya

Yolculuğunuz boyunca çok farklı kültürlerle de tanıştınız. Coğrafyadan coğrafyaya, kültürden kültüre saz nasıl bir değişime uğruyor?

Ben enstrümanın şekline ve sosyal pozisyonuna baktım. Hangi toplum ne kadar önem veriyor, kaç telli bir çalgı? Melih Duygulu’nun bir albümünü dinlemiştim: Asya İçlerinden Balkanlara Saz. Bunun tam tersini yapmaya karar verdim ve Berlin’den başladım. Çünkü benim perspektifim bu. Farklı kültürleri ortak noktada birleştirmek amacıyla yola çıktık, rotamızı da buna göre çizdik. Örneğin ağıt kültürü çok değerli. Destan anlatımı burada ortak nokta bence, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar, Balkanlar dahil… Âşıklar da bu kategorinin içine giriyor. Erdal Erzincan’ın söylediği gibi, kimin elinde saz varsa onu dinliyor insanlar. Çünkü orada bir hikâye var, hayat var. Halk danslarında olduğu gibi eğlence için de kullanılıyor enstrüman. Özellikle Arnavutluk’ta düğün gibi organizasyonlarda çifteli saz çok önemli, Orta Anadolu düğünlerindeki gibi.

Sazın Batı’daki yansıması nasıl?

Binlerce insanın çaldığı bir enstrümanı elime aldığımda doğru düzgün çalamamama rağmen ilgi görüyorum. Bu çok enteresan. Bunca dikkati hak etmedim müzikal olarak. Tabii ki benim yolculuğumda başka bir hikâye var fakat şunu da düşünmek lazım: Anadolu kökenli bir insan piyano çaldığı zaman aynı dikkati üzerine topluyor mu? Hayır. Bu adaletli mi? Değil.

Her durakta tek bir şey istediniz sizi karşılayan saz ustalarından: Bana eve götürebileceğim bir şarkı verin. Şarkılar dışında ne götürdünüz eve?

Bu şarkıları eve götürmek de bir hayli zordu, çekimlerden çok zaman bulamıyorduk. Sonradan çok çalışmam gerekti. En önemli şeylerden biri insanlarla sohbetim oldu. Sen nasılsın, neler yapıyorsun, bahçende ne yetiştiriyorsun gibi basit sohbetlerden bahsediyorum. Ekoloji hakkında çok şey öğrendim bu diyaloglardan; kuruyan göller, kuraklaşan topraklar, eskiden domatesin daha güzel bitmesi… Ben şehirde yaşıyorum, bu konularda hiçbir bilgim yoktu. Toprakla ilgilenmemiştim; ninem bahçeyle uğraşırken yardım ederdim yalnızca. Bu yolculuk bana sahip olmadığım bilgilerin kıymetini hatırlattı. Bağlama bir araç oldu benim için.

Sazın Peşinde: Berlin’den Horasan’a 2

Nachtmanova, Âşık Mübariz Aliyev ile Azerbaycan dağ eteklerinde geleneksel saz şarkılarını çalarken. Fotoğraf: Stephan Talneau

STEPHAN TALNEAU

“Sazın dokunduğu tüm kültürlerin peşinden gidiyoruz.”

Petra Nachtmanova ile sazın peşine düştünüz, kameranın arkasındaki bu yolculuğu bizlere anlatabilir misiniz?

Perdede görülenlerle gerçekte olanlar birbirinden farklı. Amacımız en baştan beri anı yaşarken güzel görüntüler elde edebilmek üzerineydi. Kameraların, mikrofonların içinde olduğu birçok teknik ekipmanla uğraşırken gerçeklikten de kopmamamız gerekiyordu. Kamera arkasında da bunu denedik.

Üç ay süren bir yolculuk ve yolculuğa çıkmadan senelerde yapılan hazırlıklar… Bize gezgin olarak geçirdiğiniz süreci anlatabilir misiniz?

Projenin en zorlayıcı kısmı sekiz sene boyunca hazırlanmaktı. Yola çıktığımızda her şey çok kolay geldi. Evet, çok enerji isteyen bir iş fakat aldığı kadar da enerji veriyor. Her gün farklı insanlarla tanıştık. Teknik açıdan ve organizasyonu planlama açısından zorlayıcı olsa da yolda geçirdiğimiz 12 hafta inanılmazdı. Hayatımda hiç böylesine bir şey yaşamamıştım.

Sazın melodisini ilk duyduğunuzda ne hissetmiştiniz?

Bir Batılı olarak, bahsettiğimiz tınıların kalbime direkt dokunmadığını söyleyebilirim. Kalbime dokunan insanların nasıl bir tutkuyla dinledikleri, sazdan ne derecede etkilendikleri oldu. Daha sonrasında saza alıştıkça daha fazla şey hissetmeye başladım. Bir Batılı'nın, sazın derinliklerine yolculuğuydu. İnsanların sazdan neden bu kadar etkilendiklerini anlamak adına daha fazla dinlemeye başladım. Aslında bir aşk hikâyesi gibiydi her şey. İlk başladığımda duyduğum o heyecan, alıştıkça derinleşen hislerim… Üstünden sekiz sene geçtikten sonra düşündüğümdeyse sazda en çok sevdiğim insanlar arasında kurduğu bağ. Belgeselimizde de bunu yansıtmaya çalışıyoruz, sadece Türkiye’nin değil, sazın dokunduğu tüm kültürlerin peşinden gidiyoruz.

Ne öğrendiniz yolculuk boyunca?

Günlük hayatta müziğin yeri hakkında çok şey öğrendim. Başarılı veya ünlü olma kaygısı güdülmeyen bir müzik anlayışını; müziğin aile veya toplulukla iletişim aracı olmasını gördüm. Böylesine bir şeyin varlığını hâlâ sürdürmesi inanılmaz. Avrupa’da saz kadar güçlü bir enstrümanımız yok. Horasan’a adımımı attığımda da yolculuğun yolun sonundan önemli olduğunu anladım. Kültürler üzerine çalışıyorsanız başlangıç noktanız yoktur, sadece peşinden gidebileceğiniz bir iz vardır.

Sazın ve onun peşinde yolculuğun önemi neydi sizin için?

Bağlamayı ilk keşfettiğimde barındırdığı güçten, insanlar üzerindeki etkisinden ve şimdiye dek varlığını sürdürmüş olmasından çok etkilenmiştim. Petra’nın sazı çalışını, insanlarla olan etkileşimini, kültürler arasında taşıdığı duyguları da görünce dedim ki: Yolculuğumuz birçok küçük unsuru birbirine bağlıyor, bu insanlığın sembolü. Ben de bu sembol için savaşıyorum.