Hem akademi hem de oyunculuk serüveni ile şekillenen bir hayat...Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları bölümünde oyunculuk eğitiminden ve hem oyunculuk hem de akademik anlamda yurtdışı deneyimlerinden sonra İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde doktora eğitimini tamamlayan Mehmet Özbek, şu anda akademik çalışmalarına misafir araştırmacı olarak University of California’da devam ediyor. Özbek ile akademi, tiyatro ve kültür eğitimi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Misafir Öğretim Üyesi olarak University of California’da bulunuyorsunuz. Nedir sizi oraya götüren?
Açıkçası beni buraya kadar getiren motivasyonu bir kültürü farklı bir kültürle anlatabilme ihtimalini deneyimlemek olarak adlandırabilirim. Tübitak tarafından doktora sonrası araştırma bursu kapsamında desteklenen projem dahilinde buradayım.
Projenizden biraz bahseder misiniz?
Projenin çıkış noktasını Amerika’ya ait bir anlatının Geleneksel Türk Tiyatrosuna dair anlatı biçimleri ekseninde oyunlaştırılması oluşturuyor. Video kayıt altına alınan bu performans, daha sonra online olarak Amerikalı izleyici ile buluşturuluyor. Yüz ifade analizi gerçekleştiren bir yazılım aracılığı ile de Amerikalı izleyicinin bu video performansa verdiği duygusal tepkileri ölçümlemek mümkün oluyor. Anlatının hangi evresinde nasıl bir reaksiyon gerçekleştiği, izleyicinin dikkatini performansın hangi alanlarında yoğunlaştırdığı gibi temel sorulara yanıt aranmaya çalışılıyor. Kısaca bu şekilde ifade etmem doğru olur.
Bilim ve sanatın iç içe geçtiği bir proje olarak tanımlamak da mümkün. Nasıl karşılık buldu Amerika’da? Proje dahilinde neler gerçekleştirdiniz?
Bir kere eğer uğraşlarınız, kendi coğrafyanızdan bir değeri bir başka coğrafyada tanıtabilmek ve kültürleri ortak bir paydada buluşturabilmek gibi genel bir amaç dahilindeyse karşılık bulma ihtimalinin olmayacağı bir kara parçası yoktur diye düşünüyorum. Eğer doğru adımları atabilirseniz, karşılığı da mutlaka aynı ölçüde doğru olarak size dönüyor. Projenin sanatsal biçimi ve akademi ile buluşan kısmını anlattığımda buradaki akademisyen ve öğrenciler tarafından büyük bir heyecanla karşılandı. Hatta University of California, Irvine International Office bünyesinde gerçekleştirilen bir Ortadoğu etkinliğinde geleneksel gölge oyunu Karagöz tasvirlerini akademisyen ve öğrencilerle buluşturarak gölge oyunu tarihinden ve Karagöz oyunlarındaki tasvirlerin tip özelliklerinden bahsettiğim bir söyleşi de gerçekleşti. University of California’daki karma kültür yapısının başka bir kültüre gösterdiği ilgiyi katılım sağlayan akademisyen ve öğrencilerin gözlerinde görebiliyorsunuz ve bu doğru bir iş yaptığınızın göstergesi oluyor. Bir başka paylaşım ise Anatolian Arts Institute bünyesinde gerçekleşti. University of Berkeley – Center for Middle Eastern Studies’ın sponsorluğunda Geleneksel Anadolu Tiyatrosu ve Karagöz başlıklı bir çalıştayda da misafir konuşmacı olarak bulundum. Kültür paylaşıldığı müddetçe anlam kazanan bir olgu ve akademik anlamda böyle bir misyonu gerçekleştirmiş olmak da gurur verici benim için.

Projeniz teknoloji ve sanatı bir araya getirerek izleyiciyle buluşuyor. Siz bu ikilinin birlikteliğini akademisyen ve sanatçı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Biraz katı mı bakılıyor bu birlikteliğe ülkemizde?
Günümüzde bütünüyle teknoloji kavramı ile çerçevelenmiş hayatlar yaşıyoruz. Bu son yirmi yıldır gittikçe ivme kazanan toplumsal ve dünyevi bir gerçeklik. Bu gerçekliğin içinde buna karşıt olarak yaşamaya çalışmak daha fazla dirençle karşılaştırıyor insanoğlunu. Etkili, belki de pragmatist olarak ‘Tekniğin imkanlarından nasıl faydalanabiliriz?’e kafa yormak gerekiyor. Sahne sanatlarına bakıldığında ben aslında hem geleneksel hem de teknik imkanların bir arada kullanılabilme ihtimalini çok önemsiyorum. Her iki tarafı tümden reddetmek yerine var olan ile ilişkimizi nasıl biçimlendirebileceğimiz üzerine sorular sorulmasından yanayım. Proje özelinde bahsedecek olursam teknoloji ile aracılanmış bir gelenekselin nasıl kurgulanabileceğini düşünmek beni bu noktaya getirdi diyebilirim. Burada tabii ki karşıt eleştiriler de alıyorsunuz. Örneğin katı bir sanatsal veya akademik akıl ile de karşılaşabiliyorsunuz. Şu yargılara varılabiliyor: ‘Öyle olmaz!’ ‘Shakespeare öyle oynanmaz!’ gibi dayanaksız bir özgüvene sahip karşı çıkışlarla yüzyüze kalabiliyorsunuz ülkemizde. Halbuki dünya hep şu soruyu soruyor: ‘Başka türlü nasıl olabilir?’ Kalıplarla konuşmak yerine esnek bir ihtimaller bütününü düşünmemiz gerekiyor sanat ve akademi için. Önceki kuşaklardan öğrendiklerinizin üzerine başka şeyler katamadığınız sürece değişime karşı çıkmış oluyorsunuz fakat bu diyalektiğe ters bir durum. Çünkü her şey mutlaka değişir. Bu hep böyle oldu çünkü.

Ülkemizde sahne sanatlarının geleceğine yönelik neler söyleyebilirsiniz?
Gelecek, toplumsal dinamiklerle, toplumun ilerleme biçimiyle koşut olan bir zaman dilimi. Bu bakımdan sanatın nasıl ele alındığı, ona karşı nasıl tutum sergilendiği, ne kadar önemsendiği gibi belirleyici unsurlar var onu biçimlendiren. Bir defa kültür ve eğitim ile olan ilişkimizi bütünüyle yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Bu coğrafyaya ait en küçük kültürel değeri nasıl çoğaltabiliriz ve genç kuşaklara nasıl öğretebiliriz?’in derdine düşmemiz gerekiyor. Bu da bütünüyle yeni bir kültür sanat politikası demek. Yerelden evrensele mi? Evrenselden yerele mi? tartışması yerine ikisini tutarlı bir biçimde nasıl sağlayabiliriz ve harmanlayabiliriz? Bunun üzerinde durmak gerekiyor. Doğduğum ilde ilköğretim, ortaöğretim ve lise dönemim dahil hiçbir zaman Karagöz ve Hacivat’a dair bir sergi veya oyun ile karşılaşmadım. Hatta tiyatro oyunlarının bile İstanbul’dan tek tük geldiğini hatırlıyorum. Eğer tersine bir durum olmuş olsaydı bugün dünyanın birçok ülkesinde Türkiye’de yapılan tiyatro pratiklerine dair geniş bir oyun, tanıtım, çalıştay yelpazesine sahip olabilirdik. Kendi öz tiyatro dinamiklerimizi kurmuş ve tutarlı bir sanat politikasıyla geleceği biçimlendirmeye başlamış olabilirdik. Ama olmadı...
Nasıl olur peki?
Önce değer vererek olur. O kadar zengin bir anlatı kültürümüz var ki. Sözlü gelenek, öyküleme, masallar, hikayeler, romanlar, resimler, heykeller, filmler, tiyatro oyunları vb. Bu zenginlikleri genç kuşaklara öğreterek olur. Yani eğitim sistemi ile sanatın entegrasyonunu sağlayarak olur. Hiç unutmadığım bir anım var genç kuşaklara verilen eğitime dair. 2012 yılında İngiltere’de Globe to Globe Festivali’nde Antonius ile Kleopatra ekibi olarak bulunuyorduk. Oyundan arta kalan zamanda birkaç müzeyi ziyaret etmiştim. Öğretmenleriyle Tate Modern Müzesi’ne gelen 5-6 yaşlarındaki anaokulu öğrenci topluluğu önlerindeki kağıtlara duvardaki sanat eserlerinin renklerini boyuyorlardı. Yetişkinler olarak bize basit gibi görünen fakat çocuklar için gözleme dayalı muhteşem bir pratik biçimi... Sanat ve eğitimin muhteşem entegrasyonu… Sözün özü, ancak geleneksel veya bize ait sanat pratiklerini eğitim kurumlarına, üniversitelere taşıyarak yol almamız mümkün. Bu da ancak doğru bir kültür, sanat ve eğitim politikası ile mümkün olacaktır diye düşünüyorum.