Küçük Prens Müze Girişimi, bir hayalle başlayan maceralarını, dördüncü Küçük Prens Sergisi’ni Altunizade Capitol’de düzenleyerek sürdürüyor. Dünya’daki basılmış bütün dil ve lehçelerden örnekler barındıran sergide 276 dil ve lehçeden 483 kitap sergileniyor. Sergi izleyiciyi dünya dil ve kültürlerinde sembollerle süslü bir yolculuğa çıkarırken tanımadığınız insanların dokunduğu kâğıttan aldığı hazzı, öyküden kendine çıkardığı dersleri paylaşmanıza olanak tanıyor. Sergi 20 Ekim’e kadar ziyaretçilerini bekliyor, hazır sergiye gitmişken koleksiyonerler Mehmet Sobacı ve Yıldıray Lise ile sohbet ettim.
Süreyya İsfendiyaroğlu- Basılı dillerin hepsini toplamayı başarmışsınız. Ben de kuş gözlemcisi olarak liste tutmaya meraklıyım, listenin üstü çizildikçe gelen tatmin duygusunu oldukça iyi tanıyorum. Sizce koleksiyon tutkusunun kökeninde ne yatıyor, bu nasıl bir tatmin sağlıyor?
Mehmet Sobacı- Biraz define arayıcılığına benzetiyorum. Arama süreci, aradığına ulaşma süreci, o kitabı elinize aldığınız andaki duygularınız aslında önemli olan. Onu kitaplığa koyduktan sonra sizin için bir rakama dönüşebilir. Bu süreç ve feyz aldığınız andaki duygu son derece keyifli bir duygu. Bizim koleksiyonlarımız rakamlardan oluşmuyor, elbette dünya üzerinde basılan tüm ciltleri tamamlamaya çalışıyoruz, örneğin benim Türkçe’deki tüm baskıları yani bir yayın evinin yaptığı çok farklı baskıları da toplamak gibi bir hedefim var. Ama esas önemli olan o kitabı arama ve bulma sürecinde yaşadıklarınız. Biliyorsunuz o kitap dünyada bir yerde ve siz ona ulaşmaya çalışıyorsunuz. Tutku, koleksiyonun özünde yatan şey.
Yıldıray Lise- Başta bu kadar büyük bir şey beklemiyorduk, duymuştuk birçok dile çevrildiğini. Sonra baktık ve kendi listemizi oluşturduk. Kılavuzumuz olsun diye bir listemiz oldu aslında hedef o listeye ulaşmak, listeyi bitirmek; ama listenin şöyle bir dezavantajı da var, her ay bir, iki tane daha ekleniyor. Tam azaldı diyorsun, bir kaç tane daha geliyor.
Bana zamanla dil çeşitliliği, alfabe çeşitliliği daha hoş gelmeye başladı. Küçük prens aynı kitap; lakin kültürel çeşitlilik mesleğim gereği bana daha ilgi çekici gelmeye başladı. Şuna karar verdim insanoğlunun oluşturduğu en büyük kültürel değer dil ve alfabe. Şu an Unesco’nun yaptığı çalışmada dünyada yedi bin beş yüz dil tanımlanmış, Küçük Prens de 276 dil ile dini kitaplardan sonra en çok dilde basılmış edebi metin. Aynı hikayeyi başka alfabede görüyorsun, belki Türkçesini ezbere bilsen aynı okuduğunu bile sanacaksın. Bizim diğer koleksiyonerlerden farkımız şu, biz paylaşımcıyız, koleksiyonumuzdaki kitapları paylaşıyoruz.
Sİ- Toplamak dağıtmaktır, esasında. Koleksiyonunuzu yayma geniş kitlelerle paylaşma fikri nasıl çıktı?
YL- Bizce öyle. Mesela yeni koleksiyona başlayan bir arkadaşımız varsa elimizdeki fazla kopyalardan ona hediye ediyoruz. Rusçası yoksa ben Rusçasını, o İtalyancasını… Neyse İnsanlara bunları özendirmeye çalışıyoruz. Sobacı’nın bir sözü var ”İki kitabınız varsa koleksiyonersiniz.”
Tanıştıktan sonra bizim bir hayalimiz oldu bunu sergileyelim diye ve sergiledik. İlk Ankara’da başladık ve bu şimdi dördüncü sergimiz ama en büyük. Şu an dünyada basılmış bulunan bütün dilleri ve lehçeleri bulabileceğiniz sergi.
Ankara’daki ilk sergiden önce Mehmet bana dedi ki “Bir çok koleksiyonerin sebebi olacaksın.” Ondan sonra gerçekten daha geniş kitleye ulaştık. Facebook grubumuz var ve kendi aramızda takas yapıyoruz. Ulusal olarak bunu yapıyoruz, küresel olarak da bağlantıda olduğumuz koleksiyoncular var. Onlarla yazışıyoruz, biz kitap gönderiyoruz. Bizim için koleksiyon, biriktirmek olduğu kadar dağıtmak da.
MS- Sergilerde her zaman kitapları açıkta sergilemeyi tercih ettik. Çok değerli kitaplar da vardı aralarında ama bunları ille de camekanların arkasına koyalım diye bir hevesimiz olmadı. Çünkü kitap öyle bir şey, kitap koleksiyonunu puldan ayıran önemli bir özellik var. Mesela pulda onu değerli kılabilmesi için az sayıda parmak izi olması gerekir, ne kadar azsa o kadar değerli hale gelir. Ama kitap öyle bir şey değil, kitap alacağınız, karıştıracağınız varsa üzerindeki notlara dalıp gideceğiniz, aralara eklenen bir şeyler varsa onları inceleyeceğiniz bir şey. Elinizde tutmanız ve koklamanız gerekiyor kitabı. Dört serginin üçü bu şekilde gerçekleşti. Üçüncü sergide çok özel bazı kitapları camekana koyduk onun dışında diğerleri açıktaydı, burada yoğunluk nedeniyle birçoğu camekan ardında ancak açıkta da sergilenen bir çok örnek var, ziyaretçiler onlara dokunabiliyorlar.
Sİ- Kitabın değeri dokundukça mı artıyor?
YL- Tabii yırtılmadığı, büyük bir hasar almadığı sürece daha değerli oluyor, notlarıyla, eskizleriyle.
Sİ- Başka insanların yaşanmışlığı mı yansımış oluyor kitabın yüzeyine o zaman?
MS- Sahafta bir kitap gördüm. Kötü baskılı bir kitap ama üzerinde şöyle bir not vardı: “Kitaplığımdaki ilk kitabım.” Satın almak istedim ama benden absürt bir rakam istedi sahaf, öyle olunca alamadım. Son derece önemli ve değerli bir şey, o kitabın okunduğuna dair bir işaret.
Sİ- Sergi, Küçük Prens kitaplarının yanı sıra dünya dillerini ve kültürlerini tanımak için de etkin bir araç gibi ne dersiniz?
YL- Biz her sergimizde farklı bir konsept yaratıyoruz. Bu sergide sergi notlarındaki dilleri anlattık, her birini insanlar tanısın diye. Geçmişteki bir sergimizde ise o kitabı o koleksiyoner nasıl elde etti? Onun tecrübesini yazdık. Kim getirdi? Nereden geldi? O bir yere gidip mi aldı? O hikayeler de ilginç, o kitabın birine ulaşma süreci farklı farklı. Mesela babasının ilk okuduğu kitapmış ya da Madagaskar’a gitmiş son anda almış.
Sİ-İlginç öyküleri olan kitaplar var galiba, özellikle hangileri ilk akla gelenler?
MS- Pek çok kitabın ilginç öyküleri var ama çok anlattığımız bir Vedat öyküsü var. Bir gün okula gittim, masamın üstünde bir paket gördüm, açtım içinde Çince bir kitap vardı, içinde Çince bir not vardı. Tek okuyabildiğim Latince kelime Vedat’tı. Ama Vedat kim? Bana o kitabı neden gönderdi? O bilgiye ulaşmak mümkün olmadı. Bazen böyle ilginç şeylerle de karşılaşıyorsunuz bu süreçte.
Sİ-Hala öğrenemediniz mi Vedat’ın kim olduğunu?
MS-Sonra öğrendim, Amerika’da yaşayan bir mezunumuz ama daha sonra hiç bağlantı kurmadı benimle. Ziyaretçilerin de kendi öyküleri var. Sergiyi gezen insanlar arasından birisi dedi ki “Bir dakika, bu benim ilk okuduğum kitaptı.” Onu sergide görüp hatırladı, otuzlu yaşlarında bir izleyiciydi. Evet, ilk okuduğu kitap, orada vitrinde gördü. Küçük Prens’te altı çizilen “Büyümek aslında çocukken ya da büyürken yaşadıklarınızın unutulmasıdır.” gibi bir ifade var. Büyürken unuttuğunuz şeylerden bazılarıyla orada karşılaşıyoruz.
Sİ- Herkes pencereden bakınca aynı manzarayı görmüyor, ana gökyüzüne bakınca hepimiz aynı yıldızları görüyoruz. Bu kadar insanın farklı dillerde aynı masalı okuyup keyif alması nasıl bir duygu?
YL- Küçük Prens modern bir masal. Dün Exupery’nin yeğeni şunu söyledi. Biliyorsunuz kitap İkinci Dünya Savaşı sırasında sıkıntılı bir dönemde umut olarak yazılmış. Bir gazeteci demiş ki dünyada Hitler’in kavgam kitabına karşı yazılmış en iyi cevap. Benim çok hoşuma gitti. En son bir arkadaşımla konuşuyoruz, kitabın içinde doğa koruma var, sürdürülebilir kalkınma var, çocuk hakları var, insan hakları var aslında. Herkesin okuduğunda farklı bir şey aldığını da biliyorum. Kişisel olarak yerleşiyor hikaye, bunun bir fenomen olmasının sebeplerinden biri de bu. Sen okurken bir yanından alıyorsun ben okurken başka bir şeyden etkileniyorum. Ben her okuduğumda farklı farklı şeyler alıyorum. Bu bir yolculuk gibi yolculuğun farklı yerlerinde farklı şeyler alıyoruz.
Sİ- Aynı masalı birçok insanın beğenmesi, masalın içeriğinin çok yönlülüğünden mi kaynaklanıyor?
MS- Reklamcılıkta hedef kitleye ulaşabilmenin en kestirme yollarından biri hedef kitlenin zihninde ve kalbinde o konuya dair nelerin olduğunu saptamaktır. Buna iç görü de denir. Eğer iç görüye seslenen bir şey söylerseniz mutlak surette etkili olursunuz. Zaten o orada vardır, olumlu ya da olumsuz. Ben Küçük Prens’i kaybedilen çocukluğa bir güzelleme olarak tanımlıyorum. Dolayısıyla dünyanın neresinde olursa olsun büyümek zorunda kalmış her insana sesleniyor. O yüzden bu kadar yaygın o yüzden bu kadar kültürler ötesi, diller üstü bir kitap olarak ortaya çıkıyor. Güzel çocukluk günlerini bırakmak zorunda kalan adam Afrika’da da yaşıyor, Tibet’te de yaşıyor ve insanların kalplerine sesleniyor.
YL- Onların kalp diliyle konuşuyor. Onun yanında herkesin kendi kültüründe bir felsefesi de oluşuyor. Kendi bir felsefe üretmiyor ama kitabı okuyanlar bir felsefesi olduğunu görüyorlar. Belki bu yüzden bu kadar kişi tarafından sahipleniliyor. Merak duygusu çok önde mesela 6 gezegen gezen Küçük Prens “bu büyükler çok tuhaf oluyor.” diyor. Bu cümle çok sıkı; çünkü hakikaten büyükler tuhaf. Sayılarla ilgileniyoruz falan. Çocukluktan koptuğumuz için bir özlemle ona dönmeye çalışıyoruz. Baktığımız zaman kitap, dünyada şu an Brezilya, Avrupa, Kore ve Asya’da oldukça popüler. Bunun kültürel bir boyutu da olabilir zira bu beş bölgede daha çok tanınıyor. Daha fazla kişi okumuş ve sahiplenmiş.
Bir çocuk kitabı olarak da algılanmaması lazım. İlk reklamında şöyle diyor “Çocukların yüzde doksanı kendileri için olduğunu düşünüyor. Yetişkinlerin yüzde doksanı kendileri için olduğunu düşünüyor. Yüzde yüz herkes bu kitap benim için diyor.” New York gazetelerinde çıkan ilk reklam spotu bu şekilde yer almış. Çocukken okuyanlar da var, on beş yaşında okuyanlar da var mesela ben yirmili yaşlarda üniversite öğrencisiyken tanıştım, bana daha farklı geldi.
Sİ-Küçük Prens Müze Girişimi olarak başka projeleriniz var mı?
YL- Mesela yeni kitapların farklı diller de basılmasını da desteklemek istiyoruz. Dostumuz Jean-Marc Probst’un Küçük Prens Vakfı var. Onlar da mesela Jamaika Kriyolü’nün (creole), Butan’ın dili Dzongkha’nın basımını desteklemiş. Bunların basıldıktan sonra okullara dağıtımı gibi fikirler de ardından geliyor. Zaman içinde sadece kitap biriktirmenin yanı sıra yeni dillerde yeni lehçelerde kitapların basılması yönünde de adımlar atıyoruz. Koleksiyonun kendi içinden de küçük projeler doğuyor.
Sİ-Yolculuğunuz dağıtmaktan çoğaltmaya doğru gidiyor.
YL- Dağılıyoruz, sonra çoğalıyoruz. Yurtdışında da benzer örnekler var, biz de aynı süreçten geçtik. Bu tür yeni baskıları yapmaya niyetlenen bir yayın evi varsa biz desteğe hazırız. Birlikte bir şeyler yapmak istiyoruz, çeviri zaman alan bir uğraş, maddi olarak bir imkan sağlayacağımız bir kişi çıkarsa da biz onu destekleriz.
Son olarak da Küçük Prens Müze Girişimi’ni kurduk, bu sergilerde gördük ki insanların buna bir ilgisi var ve bizim de bir müze kurma hayalimiz var. Bunun için yola çıktık. Bir sonraki aşamada dernekleşerek bunu bir müze haline getirmek istiyoruz. Burada ziyaret ettiğiniz serginin sürekli olarak bulunacağı bir yeri olması için çabalıyoruz. Bir hayalimiz var inşallah da olur. Bugüne kadar bütün hayallerimiz oldu, şu an dördüncü sergimiz. Yakın gelecekte de uluslararası bir sergi düşünüyoruz. Bu konuyla ilgili bütün bilgi ve gelişmeleri www.kucukprensmuzesi.com adresinde takip edebilirsiniz.