Ege Denizi’nin tam orta yerindeki yeryüzü cenneti, Santorini … Yunanistan ada turizminin incisinin aslında Ege ve Akdeniz kıyılarında dehşetin, korkunun ve kıyametin merkezi olduğunu söylesem. İnsan genzini yakan ve nefes almayı zorlaştıran gri küllerin havada uçuştuğu, yıllar süren güneşsiz ve bereketsiz kapalı bir atmosferin etkisi altına alan, ev kadar iri kayaları kilometrelerce yukarı fırlatan, gökdelen misali dalgaları her yana saçan bir katastrofinin ana merkezi olduğunu söylesem…
Günümüzden 3.600 yıl önce gerçekleşen Minos patlaması, Minos yerleşimi Akrotiri kentini yok eden Santorini Adası’nın günümüzdeki şeklini yaratan volkanik faaliyettir. Minos patlaması evvelinde en eskisi 180 bin sene önce yaşanan üç adet volkanik aktivite daha oluyor adada. Akrotiri sakinleri MÖ 1600 baharında (aşağı yukarı bu tarihlerde) Pompei’deki yıkıma benzer bir felaketle karşılaşıyor. Şehir volkanik küllere gömülüyor, çevredeki adalar Thera volkanından saçılan kayalarla dövülüyor, adanın 120 kilometre güneyindeki Girit kıyı yerleşimleri yerle bir oluyor, volkanik küllerle kaplanan gökyüzünün etkisiyle o sene yaz hiç gelmiyor. Atmosfere karışan sülfürün etkisiyle iklim bir süre değişiyor. Gezegenin en büyük volkanik aktivitelerinden birisi olarak gösterilen, Minos Patlaması o kadar şiddetli oluyor ki volkanik ölçüm seviyelerindeki yedinci mertebeye, süper-devasa seviyeye erişiyor, 100 kilometre küplük bir fışkırma hacmi ile birlikte yanardağ püskürmesi gökyüzüne doğru 20 kilometre yükseliyor. Bu büyüklükte bir yanardağ patlaması bin yılda bir geçekleşiyor. Yalnızca elli bin yılda bir gerçekleşen Amerika’daki Yellowstone Parkı’nı oluşturan patlama benzeri mega-devasa yanardağ patlamaları, bu volkanik vakadan daha büyüktür. Son on bin yılın en büyük patlamasında volkanik küller altında binlerce sene dokunulmadan muhafaza olan cadde ve evleriyle Akrotiri şehri, Avrupa’daki en önemli jeolojik-arkeolojik alanlardan birisi konumunda. İki elinde balıktan bir demeti sunağa taşıyan balıkçıyla rakiplerden birisi mücevher ve takılarla bezenmiş halde boks yapan iki gencin volkanik tortu altında kalmış mükemmel korunmuş freskleri, Minos medeniyetinin ve Akrotiri kentinin zenginliğini ve yaşam tarzını bugünlere en iyi taşıyan buluntular arasında sayılıyor.
Santorini Adası’nın eşsiz görüntüsünü tamamlayan, dağlık, sarp yapısına devam ettiren batıdaki adalar; Therasia ve Aspronisi, Thera Volkanı’nın denizden 367 metreye yükselen duvarlarını oluşturuyor. Doğu batı istikametinde altı, güney kuzey yönünde sekiz kilometre genişliğindeki Santorini kalderasının ortasında ise Nea Kameni ve Palea Kameni adlı iki ada yer alıyor. Günümüzde halen volkanik aktivite sahip yanardağlardan birisi olan Thera’da son kez 1950 yılında depremleri takip eden ufak çaplı bir patlama kaydedilmiş. Santorini çevresindeki deprem hareketliliği devam ediyor, gözlerden uzakta deniz altında hidrotermal bacalardan gaz çıkışları devam ediyor. Santorini bu volkanik patlamanın ardından İtalyan mimarların da yardımıyla yeniden kurularak dünya turizminin göz bebeği haline geliyor.
Depremlerle volkanik aktiviteler el ele, kol kola ilerliyor. Depremler volkanik aktiviteyi, volkanik aktiviteler de depremleri tetikleyebiliyor ya da takip edebiliyor. Ege Denizi’nin açılması, Yunanistan’ın Anadolu’dan ayrılması, Ege’nin ortasında bu kadar çok ada oluşunun nedeni de hep bu yeryüzü hareketleri.
Cennet bir anda cehenneme, yeterince zaman geçtikten sonra da yeniden cennete dönüşüyor. Ta ki cehennem kapıyı tekrar çalana kadar…
Yunanistan’daki volkanik aktivite yalnızca Thera ile sınırlı değil. Ege Denizi’ni batıdan doğuya kesen Ege Yayı (Strabon Yayı) deprem hattından kuzeye doğru daralarak ilerleyen aktif olmayan volkanik yay ve onun da kuzeyinde aktif durumdaki volkan yayı bulunuyor. Santorini’nin ortasında yer aldığı bu “volkanik ateş hattı”nın batısında Methena ve Minos volkanları, doğusunda ise Kos ve Nisyros volkanları yer alıyor. Thera, Nisyros, Methana ve Minos volkanları aktif; Kos ve Nisyros adalarının arasındaki boşlukta yer alan Kos Yanardağı ise sönük vaziyettedir. Bu yanardağın günümüzden 160 bin yıl önce gerçekleşen devasa patlaması ise Minos patlamasını bile geri de bırakır şiddetteydi ve Ege adalarıyla birlikte Anadolu kıyılarını değiştirecek kadar büyük boyuttaydı, volkanik kayalar ve diğer materyaller 120 kilometre uzağa saçıldı, küller, piroklastik akıntılar üç bin kilometre karelik bir alanı etkiledi. Patlama öncesinde Kos, iki ayrı adadan (Kefalos ve Dikeos) oluşuyordu ve Kos - Tilos hattı arasında başka ada yer almıyordu. Nisyros, Gialí, Pergousa, Pachia ve Stroggyli adaları bu patlama ile oluştu. Piroklastik materyaller de Kefalos ve Dikeos’u birleştirerek günümüzdeki Kos Adası’nı oluşturmuştu.

Nisyros kalderası ve çevresindeki rengârenk volkanik kayaçlarla kaplı tepeler, adanın popüler fotoğraf noktalarından. Kalderaya yakın dağ kasabası Nikia’dan görülen manzara nefes kesici.
Günümüzde Kos - Yali - Nisyros volkanik alanı içerisinde yüzeyde aktif volkanik aktivite olduğunu bize işaret eden tek yer Nisyros (İncirli) Adası. Nisyros denizden 700 metre yukarıya, tehditkâr bir şekilde yükselen bir dağ. Sekiz kilometre çapındaki alanda yaklaşık bin kişinin yaşadığı ada, maviyle çevrelenmiş bir volkanın eteklerindeki benzersiz görüntüsüyle bence Ege’nin süper-devasa seviyeye erişiyor, 100 kilometre küplük bir fışkırma hacmi ile birlikte yanardağ püskürmesi gökyüzüne doğru 20 kilometre yükseliyor. Bu büyüklükte bir yanardağ patlaması bin yılda bir geçekleşiyor. Yalnızca elli bin yılda bir gerçekleşen Amerika’daki Yellowstone Parkı’nı oluşturan patlama benzeri mega-devasa yanardağ patlamaları, bu volkanik vakadan daha büyüktür. Son on bin yılın en büyük patlamasında volkanik küller altında binlerce sene dokunulmadan muhafaza olan cadde ve evleriyle Akrotiri şehri, Avrupa’daki en önemli jeolojik-arkeolojik alanlardan birisi konumunda. İki elinde balıktan bir demeti sunağa taşıyan balıkçıyla rakiplerden birisi mücevher ve takılarla bezenmiş halde boks yapan iki gencin volkanik tortu altında kalmış mükemmel korunmuş freskleri, Minos medeniyetinin ve Akrotiri kentinin zenginliğini ve yaşam tarzını bugünlere en iyi taşıyan buluntular arasında sayılıyor.

Nisyros (İncirli) Adası’ndaki Stefanos Krateri içindeki hidrotermal bacaların hemen hepsi yaklaştıkça güzelliğini ortaya çıkaran fosforik sarı renkte sülfür kristalleriyle kaplı.
Santorini Adası’nın eşsiz görüntüsünü tamamlayan, dağlık, sarp yapısına devam ettiren batıdaki adalar; Therasia ve Aspronisi, Thera Volkanı’nın denizden 367 metreye yükselen duvarlarını oluşturuyor. Doğu batı istikametinde altı, güney kuzey yönünde sekiz kilometre genişliğindeki Santorini kalderasının ortasında ise Nea Kameni ve Palea Kameni adlı iki ada yer alıyor. Günümüzde halen volkanik aktivite sahip yanardağlardan birisi olan Thera’da son kez 1950 yılında depremleri takip eden ufak çaplı bir patlama kaydedilmiş. Santorini çevresindeki deprem hareketliliği devam ediyor, gözlerden uzakta deniz altında hidrotermal bacalardan gaz çıkışları devam ediyor. Santorini bu volkanik patlamanın ardından İtalyan mimarların da yardımıyla yeniden kurularak dünya turizminin göz bebeği haline geliyor.

Kraterdeki bacalara yaklaşmak kolay değil. Sıcak dumanlar çıkartan, bozuk yumurtayı andıran ve içerisinde zehirli öğeler olduğunu insana hissettiren bacalar yanardağın kızgınlık seviyesini bizlere aktarıyor.
Depremlerle volkanik aktiviteler el ele, kol kola ilerliyor. Depremler volkanik aktiviteyi, volkanik aktiviteler de depremleri tetikleyebiliyor ya da takip edebiliyor. Ege Denizi’nin açılması, Yunanistan’ın Anadolu’dan ayrılması, Ege’nin ortasında bu kadar çok ada oluşunun nedeni de hep bu yeryüzü hareketleri.
Cennet bir anda cehenneme, yeterince zaman geçtikten sonra da yeniden cennete dönüşüyor. Ta ki cehennem kapıyı tekrar çalana kadar…

Girintili çıkıntılı adalarla kaplı girift yapısıyla teknecilik merkezlerinden Kekova’nın nispeten daha az bilinen antik kenti Aperlai’nin kurulduğu tepenin aşağıda kalan bölümlerinin bir kısmı sular altında kalmış. Binaların duvarları rahatlıkla seçiliyor. Bu duvarlar, kentin başına gelenlerden haberdar olanlara geçmiş acıları hatırlatıyor.
Yunanistan’daki volkanik aktivite yalnızca Thera ile sınırlı değil. Ege Denizi’ni batıdan doğuya kesen Ege Yayı (Strabon Yayı) deprem hattından kuzeye doğru daralarak en muhteşem adası. Ada volkanik kayalarla oluşmuş. Nisyros Volkanı’nın tam tepesine oturan kalderası yaklaşık dört kilometre genişliğinde. Ada, Yunan mitolojisine göre, Tanrılar ile Titanlar arasındaki büyük savaşta, Poseidon’un Kos’tan bir parça kopartarak Titan Polivotis’e fırlatmasıyla oluşmuş. Nisyros’ta günümüze kadar dört adet yanardağ patlaması oldu. Bugün yanardağ hâlâ aktif, ama patlama gerçekleştirmiyor. Yaklaşık alttı bin yıl önce insan adaya ayak bastığında yalnızca hidrotermal patlamalar oluşuyordu. Kayalar piroklastik akıntı ve volkanik çamurdan oluşuyor, volkanik kayaçlardan biri olan bazalt ise adadaki arkeolojik yapılarda bolca kullanılmış. Kaldera içerisinde diğer patlamalarla oluşmuş Polivotis, Aleksandros ve Stefanos adlarında irili ufaklı kraterler mevcut. Hidrotermal patlamalarla oluşan en büyük krater Stefanos, 27 metre derinlikte ve yaklaşık 300 metre çapındayken Polivotis kraterleri 30 metre çap ve derinlikte. Stefanos, dünyanın en iyi korunmuş hidrotermal kraterlerinden biri. Krater içerisinde yer yer fosforik sarı renkte kristaller ve bu fosforik yapıların çevrelediği çukurlardan yükselen bozuk yumurta kokusu yayan sıcak sülfür dumanları yükseliyor. Kaldera içinde her türden volkanik yapıya rastlamak mümkün. Sarp kayalıklar rengarenk kayaçlarla, lav katmanları, sülfür yapıları ve kül tabakaları diğer volkanik yapılarla kaplı. Kalderaya ve kraterlere tepeden bakmayı tercih eden Nikia Köyü’nden gözümüze çarpan manzara ise bu dünyaya ait değil gibi, daha çok Mars yüzeyini andırıyor. Günümüze en yakın yanardağ patlaması 1888’de gerçekleşmiş ve bu patlamada volkanik öğelerden meydana gelen bir silindirik kanal oluşmuş.

Gümüşlük’te turistlerin gün batımını izlemek için Tavşan Adası’na (Asar) giderken suların üstünden zıplayarak geçtikleri taşlar sualtında bambaşka bir hikâyeyi anlatıyor. Asar Adası’na uzanan surlar, lodos ve gündoğusu rüzgârlarından limanı ve buradaki gemileri koruyordu. Kentin doğusunda yer alan surların, Asar Adası’nı içine alacak şekilde uzatılmasıyla liman şiddetli fırtınalardan korurken bütün kenti içine alan bir savunma hattı da oluşturulmuş.
Milattan önce 1600’deki son on bin yılın en devasa volkanik aktivitesi dönemlerine dönecek olursak: Hiroşima’ya atılan atom bombasından iki milyon kat daha güçlü infilak eden yanardağın bulutları Mısır’dan görülebilmekteydi ve o sene muhtemelen Çin’de bile (bazı kaynaklara inanacak olursak) etkilerini gösteren global volkanik kış yaşanmıştı. Akrotiri volkanik çamurla ve külle yok olmuştu. Kimilerine göreyse bu patlama Girit merkezli Minos medeniyetinin çöküşüne neden oldu. Ancak MÖ 1600 baharında tanrıların getirdiğine inanılan felaketi takip eden başka bir felaket daha yaşanmıştı. 2017’de arkeologlar Çeşme’de inanılmaz bir keşif yaptılar. Yanardağ patlamaları sırasında bir adam ve bir köpeğe ait kemikler “zamanda donmuş bir anı” temsil ediyor olabilirdi. 17 yaşında bir genç, bir köpekle beraber Bronz Devri yerleşimine ait bir duvarın kenarına sürüklenmiş ve kalıntılar arasında gömülmüş halde bulundu. Şehri beklenmedik şekilde vuran bir tsunami dalgasının bu şanssız ikili haricinde birçok insanın ve canlının sonunu getirdiği düşünülüyor. Çeşme-Bağlararası buluntularda çalışan kazı başkanı Prof. Dr. Vasıf Şahoğlu ve Hayfa Üniversitesi’nden Prof. Dr. Goodman-Tchernov’a göre volkanik patlamayı takiben Çeşme kıyılarına tsunami ulaşıyor, volkanik küller ise daha sonra kara bir bulut gibi alana çöküyor. Bu kanıya varmalarına neden olan kanıtlardan birisi de foraminifer denilen deniz zemininde bolca bulunan ve jeolojik olayların izinde sıklıkla kullanılan minik canlılara kazı alanında rastlanması. Normalde 100 metre derinlikte yaşayan ve iyi korunmuş foramaniferlerin buraya transfer olabilmesi için bir mekanizma gerekiyor. Foraminiferlerin karaya taşınmasında da aniden gelişen tsunami gibi olayların işlevi olabiliyor.

Kazılarda ortaya çıkan bir başka bir ilginç nokta ise yalnızca bir değil birbirini aralıklarla takip eden sıralı tsunami dalgalarının Çeşme Bronz Devri yerleşimindeki insanları sıralı şekilde ansızın yakalamış olması ihtimali. Volkanik küllerin hem altı hem de üstündeki farklı yapıdaki tortu kazılar da bu duruma işaret ediyor. Thera patlamasıyla Çeşme’ye erişen devasa boyuttaki tsunamiyi takiben kurtulan dönem insanlarını saatler içerisinde ikinci ve üçüncü tsunami dalgaları vuruyor. Buluntulara bakılırsa bu tsunamilerin Çeşme sahillerinde yarattığı felaket yetmezmiş gibi, bir gün ya da bir iki hafta içerisinde dördüncü bir felaketin denizden gelmiş olması ihtimali bulunuyor ve daha kötüsü, bu sonuncu tsunaminin, kayıplarını ve mallarını döküntü arasında aramakta olan felaketzedelerin kurtarma faaliyetleri sırasında gelmiş olabileceği anlaşılıyor. Şiddet olarak da ilk tsunami dalgası kadar etkili olan bu dev dalga, tüm alanı tortu ve çöküntü içerisinde bırakıyor. Bu sonuncu felaket sonrasında alanda insan aktivitesi olduğuna dair başka bir buluntuya rastlanmıyor. Her bir tsunaminin ardından dehşete düşmüş insanlar “bu son artık” dedikçe yeni bir dalga gelmiş olmalı! Thera Yanardağı’ndan yayılan volkanik küller Ege’nin her yanına yayılırken, tsunaminin izlerine Girit Adası, Fethiye ve Leton ören yerinde de rastlanıyor. Çeşme bu alanlar içerisindeki en kuzeydeki lokasyon. Tsunami gibi devasa boyutta bir felaketin atmosfere taşıdığı küllerle gelen küresel iklim değişikliği ve soğuk yılların sonucunda dönem tarımını ve insanların gıdaya ulaşması oldukça etkilemiş olmalı. MÖ 1600 senesi ve takip eden seneler Bronz Devri insanı için zor geçmiş olmalı. Bu jeolojik felaketin sosyal yaşama dair etkileri ve sistem çöküşleri medeniyetleri etkilemiş olabilir. Bu sebepledir ki Girit Adası’nın görkemli Minos medeniyetinin çöküşünü getiren olaylar zincirinde Thera volkanının patlaması etkisi korkunç boyutlarda olmalı. Bu açıdan, Akrotiri ve Çeşme - Bağlararası bu boyutlara açılan birer zaman penceresi ve uyarı olarak değerlendirilebilir. Bu tarihte yıkılan şehirler ve sarayların yenilendiği ve yaşamın devam ettiği görülüyor. Ancak tüm geliri ticaretle gerçekleşen bir medeniyetin diğer medeniyetlere erişmesini sağlayan limanlarının ve ticaret gemisi filosunun tsunami dalgaları ile yok olması onları yıkıma sürüklemiş olmalı. Bu tarihten sonra yaşam her zaman olduğu gibi devam etmiş olsa da Minos medeniyeti oldukça güçsüzleşerek anakaradan adaya gelen Mikenler tarafından bir süre sonra işgal ediliyor.

Kekova adıyla bilinen bölge hemen güneyinde yer alan Kekova Adası, Kaleköy ve Üçağız köylerini ve sualtında kalmış yapılara sahip Likya dilindeki adlarıyla Dolichiste, Simena, Aperlai ve Teimioussa adlı dört antik kenti kapsıyor.
Bu yanardağ patlamasının oluşturduğu tsunami haricinde tarihte birçok tsunami olayı kıyılarımızı etkilemiş. Kıyıları döverek anakarada yüzlerce metre içerilere kadar giren bu dev dalgaları oluşturan güç genellikle depremler. Strabon’un aktardığına göre milattan önce 227 yılında deniz tabanında bir yerlerde gerçekleşen depremde dev tsunami dalgaları oluşmuş ve Rodos Limanı’ndaki dünyanın yedi harikasında biri olan Kolossos Heykeli yıkılmıştı. MS 68 yılında Demre ve Patara arasındaki bir depremde dalgalar tüm Patara’yı kum içerisinde bırakmıştı. MS 141 senesindeki Gökova Körfezi’ndeki büyük deprem Stratonikeia’ya büyük yıkım getirmiş; Kos, Rodos ve Symi’yi de etkilenmişti. MS 142’deki (7,5 büyüklüğünü aşan) ikinci şok Yunanistan ve Türkiye’de geniş bir alanda etkili olmuştu. Bu depremin ardından gelen tsunami Fethiye, Karya ve Likya bölgelerinde yaklaşık 30 kentte büyük su baskınına neden olnuş, deniz bir kilometre kadar içeri girerek şehirleri yıkmıştı. Bu depremin merkez üssü net olarak belirlenememiştir, tahmin edilen yerler Rodos’un kuzey ucu, Marmaris yakınlarında Rodos’un kuzeyinde Türk anakarası ya da Rodos’un doğusunda denizin altıdır. Kaleköy ve Kekova Adası arasındaki kıyılarda, sular altında kalan Likya yerleşimi Simena ve Batık Şehir Dolichiste’de (Kekova) bu ya da başka bir depremin izlerini görebiliyoruz. Öyle ki Dolichiste, MS 1191’de Filip Agustus ve MS 1300 yıllarında Mario Sanuto adlı seyyahlar tarafından ziyaret edildiğinde bu iki isim de şehrin harabe halinde olduğunu not ediyorlar. Simena’nın hemen 10 kilometre batısında konumlanan Aperlai antik kentinde de depremler ve Akdeniz’de suların yükselmesi ile sular altında kalmış yapılara sahiptir.

Batık şehirleriyle ünlü Kekova civarındaki tüm antik yerleşimler lahitlerle kaplı. Bu anıt mezarların yıkılmış kent yapıları ve sular altında kalan evlerin yanında oluşu ve bu binaların tümünden daha sağlam kalmış olması insana “acaba Likyalılar başlarına gelecekleri biliyor ve ilelebet kalacak mezarları bundan mı yaptılar” diye düşündürtüyor.
Girit Adası’nın hemen güneyindeki Ege Yayı, Doğu Akdeniz’deki en şiddetli depremleri oluşturma potansiyeline sahiptir. Ege Yayı’nda deniz zemininin altında gerçekleşen büyüklüğü 8,5 üzerinde olduğu sanılan MS 365 depreminde, Yunanistan, Libya, Mısır, Kıbrıs, Girit, Sicilya ve hatta İspanya’da yıkım yaşandı. Girit’teki tüm şehirlerin yıkılmasının yanı sıra depremin yarattığı tsunami dalgaları gemileri kıyıdan iki kilometre kadar içeri sürükledi. İskenderiye Feneri’nin yıkılmasına neden olan sekiz büyüklüğündeki 1303 Girit depreminin yarattığı tsunami Girit’te ve İskenderiye’de büyük zarar yarattı. MS 465 depremi Knidos ve Kos’u yıkarken, MS 554 Kos depreminde deniz devasa yükselerek binaları yuttu, sular iki kilometre kadar içeriye girdi, tüm gemiler hasar gördü ve kent sular altında kaldı, ölü deniz canlıları ve insanlar sokaklara saçıldı. Nitekim 2017 yazında Bodrum depreminde Kos’ta Defterdar Cami gibi bazı eski binalar ve limanın bir kesimi büyük zarar gördü. 6,6 büyüklüğündeki deprem bir tsunami oluşturdu ve gelgit 0.11 metre yükseldi. Bu depremlerin Bodrum’da da etkili olabileceğini ve tsunami yaratma ihtimalini varsayarsak bu depremlerden birisinin ya da kayda geçmemiş yöredeki başka bir deprem etkisiyle oluşan bir tsunaminin Gümüşlük’teki Myndos antik kentini sular altında bırakmış olabileceği gerçeği üzerinde durmak gerekir. Yüz otuz milyon insanın kıyılarda genellikle de büyük şehirlerde yaşadığı Akdeniz’de tsunamiler dikkate değer bir risk yaratıyor. Akdeniz coğrafyasının okyanuslara kıyasla daha minimal ve kapalı olduğunu düşünürsek tsunami dalgalarının her yana kolaylıkla oluşabileceğini düşünebiliriz.

MS 68, Likya kentleri Myra ve Patara’yı deprem ve tsunami vurmuş. Dio Cassius kayıtlarına göre bu depremle deniz Mısır’dan çok uzakta geri çekilmiş ve (kıyı) Likya’nın büyük kısmını kaplamış; Patara’nın su kemerine zarar vermiştir. Bugün Letoon antik kentinde Leto, Artemis ve Apollo’ya ait tapınakların sütunları ve kaidelerinden bazı bölümler sular altında kalmış. Bugün tatlı su olsa bile MS 68’deki depremde oluşan tsunamiyle gelen ve Patara’yı yutan suların kıyıdan günümüzde 4 km uzakta kalan Letoon’a da ulaşmış olma ihtimali bulunuyor.
Peki, günümüze bakalım. Bir sonraki volkanik patlama ya da deprem kaynaklı dev dalgalara hazırlıklı mıyız? Ya da günümüz kıyı yerleşimleri bu boyutta bir katastrofiye hazırlıklı olabilir mi? İnsan ömrünün kısıtlı sınırlarının dışından bakıldığında yüzlerce binlerce senede bir oluşan yıkımları algılamakta insan aklı güçlük çekiyor. Yeryüzünün ve kıyıların da aslında akışkan olduğunu, kıyı şeridinin binyıllar ölçüsünden bakıldığında oldukça değişken olabileceğini anlamamız gerekiyor. Karalar, kıyılar, dağlar, nehirler, göller, ormanlar da değişken; onlar da denizler gibi birbiri arasında akıyor, birleşiyor, kırılıyor, bölünüyor, parçalanıp ufalanıyor. Belki yılda birkaç santim belki birkaç metre. Gezegenimizdeki hiçbir yapı ilelebet kalıcı değil.