Bir tarih müzesi ile bir tarihi eser kaçakçısının tesadüfi uzlaşması, tarihin ilk yazılı edebiyatı Gılgamış Destanı’nın kayıp bir “bölümünü” ortaya çıkardı. Irak’ın Süleymaniye Müzesi, 2011 yılında bir kaçakçıdan seksen ila doksan kil tablet satın aldı. Müze, Irak’ın Amerika önderliğindeki işgalinden bu yana ülkedeki tarihi alanlardan ve müzelerden kaybolan değerli sanat eserlerini geri kazanmak için bir süredir bu tür gizli görüşmeler yapmaktaydı. Satın alınan tabletler içinde özellikle bir tanesi, Londra Üniversitesi Yakındoğu ve Ortadoğu Dilleri ve Kültürleri bölümünden Profesör Faruk El Ravi’nin dikkatini çekti. Üzerindeki çamurdan temizlenen çivi yazılı tablet üniversitenin bir diğer akademisyeni Andrew George’nin yardımıyla beş günde çevrildi. Süleymaniye Müzesi’ne göre tabletin geçmişi eski Babilliler dönemine (MÖ 2003-1595), Londra Üniversitesi’ne göreyse yeni Babilliler dönemine (MÖ 626-539) dayanıyor. Çevirinin ardından El Ravi ve George tablette hepimizin aşina olduğu bir öykünün, Gılgamış Destanı’nın başkahramanı Gılgamış’ın öyküsünün anlatıldığını fark etti. Gılgamış Destanı yazıya geçirilmiş ilk büyük edebi eser olarak kabul ediliyor.
Daha önemlisi çevrilen kısım, destanın beşinci tabletinin bilinmeyen bir bölümünü gün ışığına çıkardı. Bu bölümde, Uruk Kralı Gılgamış ve yoldaşı Enkidu, sedir ormanının koruyucu devi Humbaba’yı öldürmek için ormana gidiyor. Tabletten öğrendiğimize göre bu orman hiç de sessiz sakin değil. Tam tersine kuş cıvıltıları, ağustosböceği ötüşleri ve ağaçlarda oradan oraya zıplayan maymunların çığlıklarıyla yankılanıyor. Humbaba ormandaki ses cümbüşünden büyük zevk duyuyor. Uzmanlara göre doğal ortamların böylesi canlı tasvirlerine Babilli anlatı şiirlerinde çok nadir rastlanıyor. Yeni bulunan dizeler Enkidu ve Humbaba’nın çocukluk arkadaşı olduğunu ve Humbaba’yı öldürüp güzelim ormanı yok ettikten sonra Gılgamış ve Enkidu’nun pişmanlık duyduğunu ortaya koyuyor. Eski şiirlerde böylesi bir ekolojik farkındalıkla da pek az karşılaşılıyor. Çamurlarından arınmış ve tamamı çevrilmiş tablet Süleymaniye Müzesi’nde sergileniyor. Gılgamış aynı zamanda insanın yazıyı bulduğunda tablete kazıdığı ilk edebiyat metni, uygarlıkla doğa arasında başlayan ilk mücadeleyi seçmesi de büyüleyici. Yeni bulunan tabletler, Gılgamış Destanı’nı çok daha fazla doğa yanlısı gösteriyor.
Gılgamış'ın Eksik Parçaları
Magma, doğayı koruyan Humbaba ile uygarlığı temsil eden Uruk kentinin kralı arasındaki mücadeleyi anlatan Gılgamış Destanı’nın yeni tabletlerinin, şiirsel ruhuna uygun çevirisini yaptı.
Bakakaldılar, ormanın güzelliğinden büyülenmiş
Sedirlerin ululuğundan şaşkın
Ormanın derinliklerine giden yolun başında
Gezindiği yerlerde Humbaba’nın
apaçık belliydi yolu izi
Gözlerini dikmişlerdi
Tanrıların ve tanrıçaların yurdu Sedir Dağı’na
Toprağın yanağında sedir, bereketini sergiliyordu, tatlı ve hoş gölgesiyle
Yere yakın çalılar, hep dikenli, hep sıktı
O sedirler, o büyücü ağaçları
öylesine dolanmıştı ki birbirlerine
yolu geçidi yoktu
Her yanlarını sarıp sarmalanmıştı fidanları sedirlerin, sarıp sarmalamıştı onları
Nasıl da kabuk kabuk uzanıyor reçine yumruları gövdeleri boyunca
Vadilerde yitip giden eğik yağmurlar gibi
Nasıl da süzülüyor gövdelerinden sedirlerin
Ansızın ormanın derininde bir kuş ötmeye koyuluyor
Çarçabuk diğerleri, yanıt veriyor
Ve sonsuz bir çınlamaya dönüşüyor yankısı ötüşlerin
Yalnız gezen bir cırcırböceği katılınca o ezgiye
Sanıyorsun ki artık, ta uzaklardan bir şarkı yankılanıyor
Tahtalı güvercin anlatır kendi öyküsünü
üveyiktir ona yanıt veren
Bayram eder orman, leyleğin çağrısıyla
Daha çok bayram eder turacın haykırışıyla
Gün sektirmez ki
Ah o çalgıcılar kümesi, maymun analar,
çığlık çığlığa söylemesin şarkılarını
Humbaba’nın huzurunda
Yavrucuklar da çoğaltır sesini o görkemli korunun
Davullar katılır gümbürdeyerek ezgimize
Gölgesi düşer sedir ağaçlarının
Ve korku yayılır Gılgamış’ın bedenine
Kaskatı kesilir kolları, yitirir mecalini bacakları
Enkidu konuşmaya yeltenir açarak ağzını, der ki Gılgamış’a:
“Ne duruyoruz! Dalalım ormanın derinliklerine, ilan edelim savaşımızı!”
Gılgamış açar bu defa ağzını, konuşur Enkidu’ya:
“Neden dostum, neden onca dağları aşıp buralara gelen biz, titreşip duruyoruz, şuracıkta sefiller gibi?
Önümüzde uzayıp giden şu ormanı yenemeyecek miyiz?
Işığı asla göremeyecek miyiz?”
Enkidu:
“Dostum, senin işin savaşmak, bunu unutma, kimseye benzemez sende bulunan deneyim!
Hem savaşta çarpışan ölümden mi korkar!
Sen kana bulanmışsın bir kez, gerekmez ölümden göz kaçırman
Gazabınla yüksel ve kaybol kendi aşkınlığınla bir ermiş gibi.
Dev bir davul gibi gümbürdesin feryadın!
Kolların kurtulsun kaskatılıktan, bacakların mecal kazansın!
Gılgamış:
“Öyleyse tutun bana dostum, tek vücut olalım
Kalmasın zihninde hiçbir düşünce, savaşmaktan başka!”
Humbaba kendi kendine konuştu ve ağzından şu sözcükler döküldü:
“Gelenler var, hissediyorum,
Gelenler var
Yoksa neden telaşlansın ki yaratıklar?
Neden dehşete düşsün yurdumun hayvanları, bitkiler?
Kendi yatağımda beni rahatsız etmeye cüret eden kim?
Yoksa gelen Enkidu mu?
Temiz yüreğiyle sohbet etmeye gelmiş olmalı, benimle
Varsa kötü bir niyeti,
Enlil lanetlesin onu!”
Enkidu ağzını açtı ve Gılgamış’a dedi ki: “Dostum, ferah tut gönlünü
Humbaba bir başına
Bir tane dost, yalnızca bir tane dosttur
Ama iki ikidir!
Bir başına zayıf olan
Güçlüdür, iki olunca
Bir başına tırmanamazsın dik bir tepeye
Ama ikiyken yenersin her yokuşu, dağı
Hatta belki, üç daha güçlüdür
Üç kat ip kolay kopmaz
Köpek güçlü de olsa
Yenecektir onu iki enik
Sağlam dur, dostum
Sağlam dur ki okun isabetli uçsun
Kutsaldır çıktığın yolculuk
Ne mutlu bize ki ikiyiz
Dostum, dilersen yardım iste Samas’tan
Rüzgârların hükümdarından
Samas’ın arkası fırtına, önü rüzgârdır
Konuş Samas ile
Konuş ki versin on üç rüzgârını
senin emrine.