Çarlık Rusyası tarafından anayurtlarından sürgün edilen Çerkeslerin, Osmanlı Devleti topraklarına sürgün edilmesi ilk olarak 1850'li yıllarda başlamıştı. Bugün Büyük Çerkes Sürgünü diye adlandırılan en büyük sürgün dalgasıysa 1864 tarihinde gerçekleşti. Çerkesler tarihin bilinen en eski zamanlarından beri Kafkasya'nın kuzeybatısında yaşayan yerli halklardan biri oldu. Çerkes tanımı, geniş anlamda bütün Kuzey Kafkasya halkları için kullanılırken; dar anlamda Adıge ve Abazalar için kullanılıyor. Bir milyondan fazla Çerkes, Osmanlı topraklarına deniz yoluyla sürgün edildi ve Kafkasya'da gerçekleşen bu sürgün en büyük soykırımlardan biri olarak tarih kitaplarındaki yerini aldı. Sürgün esnasında birçok Çerkes açlık, susuzluk, hastalık ve çeşitli deniz kazaları nedeniyle yaşamını yitirdi. Gemilerde ölenler başka çare olmadığı için Karadeniz sularına bırakıldıkları ve sürgünü yaşayan Çerkeslerin yıllarca balık dahi yemedikleri söylenir.

Geçtiğimiz ay, Çerkes sürgününün 153. yılında Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun (KAFFED) düzenlediği anma etkinliklerine katılmak için İstanbul’dan yola çıktık. Yıllar içerisinde şehrin merkezinden taşınarak Dilovası ve Gebze’ye taşınan fabrikaları ve çevresinde gelişen konut alanlarıyla kesintisiz devam eden şehir manzaralarını takip ederek İzmit’in merkezine ulaştık. Yolumuz Kocaeli’nin Kandıra ilçesine yani kuzeye devam ederek Karaağaç’ta son bulacaktı. Merkezden ayrılıp kuzeye, Kefken tabelasına doğru yöneldiğimizde 100 kilometreden fazla devam eden şehir manzarası bir anda değişti. Kendimizi köy evlerinin tek şeritli dar yolların nehri andıran kıvrımlarında alabildiğine yeşil uzanan arazilerin ortasında bulduk. Kâh önümüzde kâh arkamızda birkaç saat sonraki anma için onlarca kişiyi taşıyan otobüslerle Karaağaç’a beraber ulaştık. Karaağaç, Kefken ve Babalı, Çerkeslerin Türkiye’ye ilk ulaştıkları noktalar. Batum, Giresun, Samsun ve Sinop da diğer noktalar olarak kayıtlarda geçiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu bölgelerde kurduğu göçmen kamplarında salgın ve açlık gibi nedenlerle çok sayıda ölüm yaşandı. Bu yüzden Çerkesler acı dolu anıların tarih ve toprakla buluştuğu bu sahillerle güçlü bağlara sahip. Kafkas Dernekleri Federasyonu da tüm hafta süren anma programları içerisinde Kefken’e özel bir anlam yüklüyor.

Araçlardan inip kalabalığı takip etmeye başlıyoruz. Yolun hemen başında solumuzda bir mezarlık var. Mezarlığın girişinde yapılan küçük anıta pek çok insan ziyarette bulunuyor. Anıtın önünde dua eden hatta fotoğraf çeken insanlarla karşılaşmak mümkün. Biraz ileride mezarların arasında yaşlı bir kadın gözüme çarpıyor. Kısa beyaz saçlarıyla biraz telaşlı, hızlı adımlarla oradan oraya gidiyor. Yanına yaklaşınca birbirimizi tanıyor gibi konuşmaya başlıyoruz. Kamuran Özcü, eski Kafkas Abhaz Kültür Derneği Başkanı köklerinin izinden Abhazya’ya kadar gitmiş. Biraz önce mezarların arasında kendi atalarından birini bulmayı umarak mezar taşlarına baktığını fakat bulamadığını söylüyor. Kamuran hanımla toplanan kalabalığa katılmak için Karaağaç sürgün anıtına doğru beraber yürüyoruz. Abhazya ziyaretinden, kendi ailesinden ve bir kaç yıldır katıldığı anma etkinliğinden konuşuyoruz. Çerkes olmadığımı belirtmeme rağmen sanki birer dostmuşuz gibi sohbet ediyoruz. Eğitimin ve kariyerin dili, televizyonun, sosyal çevrenin dili onların ana dilinden farklı. Bütün etnik toplulukların ortak problemi olan anadilin unutulması Çerkesler için de büyük bir problem. Bazı aileler alfabeyi okuyamasa da dili konuşabiliyor. Her yeni nesille beraber bu aktarım daha aksak ve eksik oluyor. 

Sürgün anıtına doğru yürürken otobüslerin üzerinde hangi illerden gelindiğine dair afişler dikkatimi çekiyor. Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Maraş,... Çerkeslerin kültürlerine bağlılığını anlamak için farklı noktalardan gelerek toplanmaları önemli bir gösterge. Günün devamında birbirlerini tanımayan, farkı şehirlerden binlerce insanın aynı şehrin ya da kasabanın insanı gibi birbirlerine tanıdık davrandıklarına şahit oluyorum. Her ne kadar dünyanın birçok farklı yerine dağılmış olsalar da geleneklerine bağlılıkları kadar birbirleriyle ortak yaşama da o kadar bağlılar.

Sürgün anıtına vardığımızda genç, yaşlı, çocuk binlerce katılımcı biraz sonra başlayacak seremoniyi beklerken biz de aralarına katılıyoruz. Bir grup genç devasa büyüklükte bir bayrağı seremoni boyunca değişimli olarak taşıyor. Katılımcılar ağırlıklı olarak siyah giyinmiş. Aralarında dolaşırken gözlerinizi üzerinden alamadığınız geleneksel kıyafetleriyle orada bulunan kadın ve erkeklere de sıkça rastlamak mümkün. Başka bir yerde şöleni andıracak manzara, bugün burada tutulan yasın bir parçası. Sırayla yapılan konuşmaları dinliyoruz.  Konuşmacılardan biri, Gürcü tarihçi Simon Canaşia’ya Şapsığların bölgesi Cubga’da karşılaştığı 91 yaşındaki bir ihtiyarın anlattıklarını aktarıyor: “Yedi yıl boyunca deniz kenarında insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını kıyıya atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.” Her konuşmacı 153 yıllık acıyı, mücadeleyi, birbirine sıkı sıkı tutunma gücünü hoparlörlerden insanların yüreğine taşıyor. Okunan duaların ardından, anonslarla katılımcılar otobüslere yönlendirilip Babalı Cami önünde buluşma noktasına götürülüyor. Neredeyse tamamı geleneksel kıyafetler giymiş bir grup genç ellerinde kırmızı karanfillerle katılımcıları karşılıyor. Anma programının dikkat çekici noktalarından biri genç ve çocukların etkinliğe yüksek katılımları. Ailelerin çocuklarıyla anma etkinliğine katılması geleneklerin aktarılması, sürgünün unutulmaması açısından önemli. Babalı Cami sahile inecek kortejin birleşme ve düzen alma noktası. Onlarca otobüs arka arkaya sıralanıyor, her otobüsle kalabalık artıyor, önce cami bahçesinde, daha sonra yol kenarında toplanılıyor. Babalı Camisi’nden ellerinde bayrak, flama ve karanfillerle sahile kadar devam eden korteji bir başka grup karşılıyor. 

Sahilde hazırlıklar tamamlanmış, akşam boyunca konuşmaların yapılacağı platform sahilin hemen girişinde, ortada gecenin sonuna doğru yakılacak olan Nart ateşi için odunlar var. Kandıra bölgesinde sürgünün kalıcı izlerini bulmak pek mümkün değil. Ender kalıntılardan biri alana girişte sağ tarafta, sahile 100 metre uzaklıktaki bir mağara. Yıllar önce karaya ulaşan Çerkeslere sığınak olan bu mağaranın içerisinde duvara kazınan yazıları görmek hâlâ mümkün. Kortej bütün sahili yürüyerek deniz kenarında sıralanıyor. 153 yıl önce atalarının uzun yolculuklardan sonra ulaştıkları bu kıyıya karanfil bırakıyorlar. Güneş battıktan sonra geleneksel kıyafetleriyle bir grup genç ellerinde meşalelerle önce kayalığa tırmanıyor. Daha sonra mağaraya kadar yürüyerek bu meşaleleri mağaranın girişine bırakıyor. Yürüyüş devam ederken, ortadaki büyük Nart ateşinin yandığını fark ediyoruz. Çember şeklindeki izleyicileri aşıp içeri baktığımızda ateşin etrafında yüzleri izleyicilere dönük çift sıra gönüllülerle karşılaşıyoruz. Nart ateşinin başında mezar taşı nöbeti tutuyorlar. Platformdan okunan ağıt ateşin çevresinde mezar taşlarıyla oluşturulan bu çemberle beraber, herkese yaşananları derin şekilde hissettiriyor. Birkaç dakika  sonra çoğunluğu gençlerin oluşturduğu ellerinde meşalelerle yüzlerce kişi Babalı sahili boyunca diziliyor. Sürgün yolunda yitirilenlerin anısına meşaleler kuma saplanıyor. Dalgaların sesi, yakılan ağıtların sesine karışırken alevlerle aydınlanan sığlığa ve ötesindeki sonsuz siyahlığa bakarak hep beraber susuyoruz.